9 Ocak 2010 Cumartesi

Hudutlarımızın Anlamı Siliniyor mu?



Sınır güvenliği sorumluluğunun askerlerden alınıp “kolluk kuvveti” denen sivil yapılara devredilmesi gündemdeymiş. *

Bu kuvvetlere ağır silâhlar tedarik edilecekmiş ve ilk aşamada elli bin personel alımı düşünülüyormuş.

Ordunun profesyonelleşmesi tartışmaları küllenmişken bu tip bir icadın nereden çıktığı cidden merak uyandırıyor.

Meselâ Van jandarma Asayiş Kolordu Komutanlığı’nın lağvedilmesi düşünülüyormuş. Bu garnizon Suriye sınırının bir kısmı ile Irak ve İran hudutlarımızı koruyor.
Koskoca bir kolorduyu lağvedip yerine yeni bir yapılanma oturtmanın maliyeti, herhalde azıcık matematik bilenlerimiz için bile ürkütücü olmalı.
Ama bu, asıl meselede, devede kulak kalıyor.

Türkiye’de son dönemlerde hayalî bir “sıfır ihtilaf” sarhoşluğuyla sanki hiçbir sınır ihtilâfımız yokmuş havası yaratıldı. Oysa vizeyi kaldırmakla övündüğümüz Suriye hâlâ Hatay’ı kendi sınırları içinde gösteriyor. Irak’ın nasıl bir şer yuvası olduğu ve PKK’yı biz karşı nasıl tehdit olarak kullandığı ortada, İran sınırımız bütün dostane ilişkilerimize rağmen hâlâ ciddi bir kaçakçılık zafiyetiyle malûl, Ermenistan’ın terbiyesizliği ve vahşeti ayan beyan ortada ve bu şartlar altında, sınır güvenliğimizin askerlerden alınıp ne idüğü belirsiz “sivil kolluk kuvvetlerine” bırakılması fikri ortaya atılıyor.

Haberin sonunda da bu düşüncenin “demokratik açılıma katkı sağlayacağı” fikrinden bahsediliyor.

Sınır güvenliğimizle demokratik açılımın ne ilgisi vardır?
Sınır güvenliği demek millî egemenliğin, başkalarının her türlü fizikî müdahalesinden korunması ve egemen milletin kendi topraklarında teminat altına alınması demektir.

Dünyanın her yerinde de sınırları askerler korur. Bundan daha doğal bir şey olamaz. Belki Kuzey Amerika’da artık sınırlar belirsizleşmiş olabilir ama bu şartlar örnek alınabilecek şartlar değildir.
Demokratik açılımla hedeflenen, memleketimizdeki etnik grupların ifade hürriyeti haklarını daha rahat kullanmaları ise bunun için ordunun görev alanını daraltmaya gerek yoktur.

Yok demokratik açılımın maksadı zaten kullanılmakta olan haklara ilâveten, egemenlik paylaşımına varacak derecede etnik bir gruba ayrıcalık vermek ise bu durumda millî irade hiçe sayılıyor demektir.

Ülkemizin kahir ekseriyetinin büyük bir cehaletle içine daldığı ve maalesef liberallerin de kendi literatürlerine rağmen körce destek verdiği “demokrasi” manisi ile hükümet, demokrasiyi, “ etnik grupların her birinin çoğunluğun belirleyiciliğinden bağımsız kılınması” haline getirmiştir. Oysa demokrasinin anlamı her “grubun” veya topluluğun kendi başına karar verebilmesi demek değildir.

Demokrasiyi böyle anlamak kökeninde Marksist sınıf bilincinin yattığı, ahlâkı yok sayan “araçsal faydacı” bir görüşün ifadesidir. Bu görüşe göre demokrasi sadece bir tramvaydır ve iktidar sahiplerini istedikleri yere taşır. İtaliklenmiş ifadeyi veya onun benzerini yanılmıyorsam başbakanımız henüz meclise girmeden evvel kullanmış idi.

Bu durumda ordunun sınır güvenliği gibi aslî işinden uzaklaştırılması, demokrasiyi, her topluluğun, kendini çoğunluk belirleyiciliğinden ayırabildiği bir “çoğulculuk” olarak anlayanlarca tasarlanması çok ciddi bir probleme işaret ediyor.

O da Türkiye’nin, yukarıda izah etmeye çalıştığımız çarpıtılmış demokrasi anlayışı yoluyla bölünmesinin önündeki engellerin kaldırılması gibi görünüyor.

Zira ordumuz asla sınır güvenliği konusunda taviz vermez. Sınır güvenliği seçilmiş olmakla tartışılabilecek bir konu değildir. Millî egemenlik, geçici hükümetlerin tartışmalarına açık bir konu değildir! Hiçbir Türk hükümeti kendi milletini, aşiret, kabile, klan gibi toplumsal yapılarla bir tutarak millî egemenliğin köy köy, mezra mezra paylaştırılmasına, yani ülkenin her köyünde, ayrı birer egemenlik, yasama sahası oluşturulmasına izin veremez! Demokrasi ancak, kendi sınırlarının emniyetini, kendi ordusuyla sağlayarak, kendi egemenlik alanını tartışmasız şekilde koruyan milletlerin içinde, çoğunluğun temel haklara saygı çerçevesinde barışçı yönetimi şartıyla bir anlam ifade eder.

Görünen o ki “demokratik” açılım, demokrasi istismarı ile “millî egemenlik” kavramını yok etmenin diğer adı…

Türk’ü herhangi bir klan, kabile, aşiret gibi bir etnik grup sayarak memlekette Türk adını, dolayısıyla millî sıfatını yok etmek işin birinci aşamasıydı ki “Ne mutlu Türk’üm diyene!” sözünden bile rahatsız olabilmek bu hastalıklı enternasyonalizmin bir belirtisiydi.

Öbür yandan “egemenlik” kavramını çoğunluk için bir “zorbalık” meşrulaştırıcısı gibi gösterip azlıkların kendi egemenlik alanlarını kurmalarını istemek de ülkemizde solcu eskisi bir takım nevzuhur liberaller tarafından “demokrasi” diye gayet güzel dayatıldı. Demokrasinin geçerlilik ve meşruiyet şartlarını tartışmadan herkesin kendi başına belirleyici olmasını savunmanın kendiliğinden bölünmeyle sonuçlanacağını görmek için kâhin olmaya gerek yoktu.

Sınır güvenliğinin ordudan alınmasının bu şartlar altında tek bir anlamı olabilir. O da ülkenin siyaseten parçalanmasına, yabancı güçlerin ellerinin kollarını sallayarak sınırlarımızdan girebilmelerine, iktidar olmuş her partinin rahatlıkla izin verebilmesinin yolunun açılmasıdır.

Çünkü başbakan her ne kadar genel kurmay başkanının âmiri olsa da asla sınır güvenliğinin kaldırılması emrini ona veremez. Böyle bir emri cumhurbaşkanı dahi veremez! Oysa ne idüğü belirsiz, bir siyasi icat olarak ordunun yerine getirilmesi düşünülen sivil kolluk kuvvetlerinin, hükümetin kuklası olması, rüşvetle kandırılması, casusluk faaliyetlerine açık olması ihtimalleri hiç de küçümsenecek ihtimaller değildir.

Böyle bir yapının eline ağır silâhlar vermek demek hükümetin istediği şekilde zorbalık etmesi imkânının sağlanması anlamına gelir.

Türkiye’de demokrasiden bahsedilecekse her şeyden evvel, demokrasinin omurgasını oluşturan Türk egemen kimliğinin “ temel şartlara saygı” çerçevesinde belirleyiciliğinin kayıtsız şartsız tanınması sağlanmalıdır. Bunu tanımayanlar derhal vatandaşlıktan çıkarılmalıdır. Hiç kimse temel haklaırnı kullanarak millî egemenliği ve Türk adını yok sayamaz! Temel haklar millî egemenliğin inkârına cevaz vermez!

Anlaşıldığı kadarıyla millî egemenliğimiz, “demokrasi” yoluyla kendini koruma mekanizmalarından yavaş yavaş mahrum bırakılmakta, Allah sonumuzu hayretsin.
*İlgili bağlantı:

2 yorum:

selcen dedi ki...

Başımızdakiler durmadan mağdur rolü oynayıp,salya sümük ağlasalar da artık bir gerçek su yüzüne çıkmıştır.Bunların gizli bir gündemi var.Ayrıca birilerine verdikleri taahhütleri tutmak zorundalar.Yoksa deliğe süpürülecekler.Bunu biliyorlar.

Afşar Çelik dedi ki...

Akla hayale gelmedik icatlara bakınca artık komplonun "teoriden" ibaret olmadığını düşünmeden edemiyoruz.