10 Aralık 2009 Perşembe

Türk Liberallerinde Devlet Düşmanlığı Ezberi Ve Etnik Irkçılığın Dirsek Teması

Kökeni ne olursa olsun, “devlet” eninde sonunda bir zor kullanma mekanizmasıdır.
Zira hayatımızda, , gücü yetmeyenleri güçlülerin zorbalığından koruyacak, zorbaların hepsiyle teker teker baş etmekten bizi kurtaracak bir “şeye” mutlaka ihtiyaç duyarız.
“Devlet” de bu işi üzerine almış, ve bunu yaparken de kendisinin, baş ettiği zorbalardan biri olmayacağı kurallarla teminat altına alınmış, “sınırlandırılmış” bir emniyet sağlayıcı “tekeldir” .(Nozick)


Dolayısıyla devletin, bütün sınırlanmışlığına rağmen,”zor kullanıcı” özü, diğer kötülüklere karşı katlanmamız gereken bir tatsızlık olarak hep bizi huzursuz edecektir.


Bunun sebebi de bu örgütlenmeyi işletenlerin de insanlar olmasıdır. İnsanlar daima ellerindeki gücün meyvesini toplamaya çalışır. “Güç yozlaştırır, mutlak güç mutlaka yozlaştırır” derken Lord Acton’ın bahsettiği şey budur.

Devleti kurallarla sınırlandırmaya çalışmamızın sebebi tam olarak budur.
Dolayısıyla ferdin hayat, mülkiyet ve ifade hürriyeti hakları hususunda duyarlı bir insan için devletin varlığı daima bir tehdittir.

Kategorik olarak bu kadar tatsız ve kötü olmakla beraber en nihayetinde adaletin sağlanmasında devlete duyduğumuz ihtiyaç bizi, mutsuz bir arkadaşlığı mümkün mertebe en zararsız şekilde sürdürmeye iter.

Bu durumda karşımıza iki tip fert-devlet ilişkisi çıkar.
Bu mutsuz beraberliğin kendisiyle hiç uzlaşılamayan ve söz geçirilemeyen bir devletle yaşanması…

Veya devletin, ferdi rahatsız eden/ edebilecek tutumlarının düzeltilebildiği, tadil edilebildiği bir beraberlik…

Bu iki ihtimal dışında bir ihtimal yoktur. Zira hiçbir devlet, elindeki zor kullanma imkânını mümkün olduğunca genişletmekten vazgeçmez!


Zaten refah devleti denen şeyin emeğimiz üzerindeki sömürüsünün temeli de esasen bu gücü genişletme, büyütme eğiliminin altındaki “Tanrılaşma” eğilimine dayanır.


Bu durumda mevcut hali tartışırken bu iki durumdan hangisine daha çok uyduğuna bakmamız gerekir.
Türkiye’de devletin kesinlikle temel hakları zedelemeye yatkın bir büyüme eğilimi gösterdiği tartışılmaz bir gerçektir. Hayat tarzımız hakkında bürokrasinin ve hükûmetlerin bu kadar fütursuzca ahkâm kesmeleri bu “sınırsız” devlet telâkkisinden kaynaklanır.
Buna rağmen Türkiye’de devlet asla komünist/ sosyalist veya teokratik rejimlerdeki gibi tadilata kapalı olmamıştır. Devletimiz bir çok kesintiye rağmen daima “tadil edilebilir” bir devlet olmuştur.

Devletin gücünü genişletme eğilimi, Türkiye’de en çok, ifade hürriyetine müdahalelerde kendisini göstermiştir.

Sorun, devletin bu eğilimi değildir aslında…


Sorun, devletin bu eğilimini engellemek için çeşitli kesimlerin bir araya gelmek yerine, bu eğilimden yalnız kendi adlarına pay çıkararak, bu eğilimi diğerlerinin aleyhine kullanmaya kalkmalarıdır.


Meselâ sürekli kafamıza kazınan masum 68’liler edebiyatı, adam öldürerek siyaset yapmaya ( silâhlı propaganda) kalkan sol grupları aklamaya çalışan ve bu grupların tartışılmasını engelleyerek, muhaliflerini ebediyen susturmaya çalışanların söylemidir. Keza tek parti döneminde etnik gruplara yönelik edilmiş bazı zorbalıkları sıkça telâffuz etmek de sanki hâlâ devam etmekte olan bir zihniyeti göstermek için tekrarlanan taraflı kindarlıklardan biridir. Bahsettiğimiz bu iki grup da mesela devlet gücünün o dönemlerde toplumun diğer kesimlerine karşı tavrını objektif olarak değerlendirmez. Taraflı bir kindarlıkla, tarihi kullanmayı kendilerine hak bilirler. Bu yaklaşımların amacı devleti tadil etmek değildir; devleti kendilerine uydurmak bu gerçekleşemezse onu yok etmektir. Mevcut iktidarın tabanının maruz kaldığı bazı tarihî kısıtlamalar da “rejimden rövanş” almanın mazereti olarak sürekli telâffuz edilir.
Maalesef liberallerimiz de bu gruplardan pek farklı değildir.



İdeolojileri gereği kategorik ve normatif düşünmeleri daha uygun olan liberaller de devlet düşmanlığını tarihî taraflı kindarlığa dayandıranlarla aynı düşünce şeklini benimsemiştir. Bu yüzden de Türk liberalizmi artık içinde etnik ırkçılığı ve marksizmi de barındıran ve hatta bunların kumandasına giren bir hale gelmiştir. Bundan dolayı mesela etnik teröristlerce öldürülen Serap’ın on yedi veya on sekiz yaşındaki arkadaşının adının Rojda olması da bu kindarlıkla malûl akıllar için herhangi bir şey ifade etmemektedir. Ülkemizde on sekiz yıldır Kürtçe isim verilebiliyorsa nasıl olur da devletimiz hâlâ Saraçoğlu, Peker dönemi tek parti anlayışını sürdürüyor gibi gösterilebilir? Dediğimiz gibi taraflı kindarlığın amacı tadilat değil, tahribattır. Devlete duyulan kategorik soğukluğu, devlete duyulan tarihî bir kindarlıkla ikame etmek ahlâkî ve meşru değildir.



Türk liberalleri, devletin barışa ve adalete çağırılacağı bir tadilat tutumunu benimsemek ve kinleriyle var olabilen grupları akla davet etmek yerine kimliğini bu grupların belirlemesine rıza göstermiş ve şiddet örgütlerinin tarihî vebaline ortak olmuştur. Serap’ın cenazesine “Ceylan” diye çelenk gönderip de tadil edilebilir bir devletin meşru silâhlı gücü ile açıkça ırkçı bir terörist örgütün vahşetini bir tutmayı ahlâk sanmak sapkınlığı işte bu rızadan beslenerek toplumun nefretinin liberalizme yönelmesine sebep olmuştur.


Hiç yorum yok: