4 Aralık 2009 Cuma

Etnik Irkçılığın Demokrasi Ve Egemenlik Çarpıtması

Devlet bir egemenlik aracıdır. Bir milletin kendi kararlarını yürüttüğü, işettiği coğrafyanın bütünlüğünü korumak ve burada hukuku temin etmekle görevli örgüte devlet deriz.

En kaba anlamıyla egemenlik, bir milletin “belirleyicilik yetkisidir”.
Buna göre kendi topraklarında devlet düzeninin ne olacağına, nasıl işletileceğine karar verebilen milletler “egemen milletlerdir”.

Türkiye Cumhuriyeti, Türk milletinin egemenlik mücadelesinin bir meyvesidir.
Türk milleti, egemenlik alanında devlet yönetimine katılım şartlarını kendisi belirlemiş ve bu haliyle milletler sahnesindeki yerini almıştır.

Türkiye Cumhuriyeti, kendisini kuran unsurların tamamını “Türk” sayarak, ırktan, dinden, mezhepten bağımsız, maliyet düşürücü bir kimliklendirmeyle diğer millî devletlerin arasında kendini tanımlamıştır.

Aksine gayet mahdut örnekler bulunmasına rağmen, toplumsal yaşayışımız zaten, kendisini arkadan takip eden tanımın gereğini doğal bir akışla, yerine getirmiştir.
Son dönemde dile getirilen “eşit yurttaşlık” safsatası hem bu gerçeği görmezden gelen hem de eşitliği ve egemenliği bulandıran bir söylemdir.

Eşitlikten bahsedenler, ülkenin ayrgı organının etnik kökene göre muamele edip etmediğini, ülkede mülkiyet hakkının kullanılmasında etnik kökene bakılıp bakılmadığını, devlet istihdamında etnikçiliğin nasıl işletildiğini hiç dile getirmemekteler.

Geçenlerde bir köşe yazarımızın “Ahmet Türk İzmir’in Kaymak Tabakasındandır” başlıklı yazısına cevap verebilen sanırım henüz çıkmadı. Ahmet Türk’e gayrimenkul satan müteahhidin, ona ırkını sormadığını veya komşularının Ahmet Türk’ün Marslı mı yoksa Patagonyalı mı olduğuyla ilgilenmediğini söylemezsek gerçeği örtüyoruz demektir.

Veya kendilerini farklı bir ırktan kabul eden vatandaşlarımızın seçimlerde ırk ayrımına taabi tutulup tutulmadığını cevaplamıyorsak alçaklığın kıyısında dolaşıyoruz demektir. Meclise giren bütün milletvekillerimizin kendilerini ne kabul ettiği bellidir. Bu kabullere göre zaten serbest seçimlere girip oy almakta, seçilmektedirler. Meclise ayrımsız şekilde girip bütün kanun tasarılarını oylamakta memleketin en gizli sırlarını tartışabilmektedirler. Bu güne kadar millî savunma ile ilgili bir oturumda veya bütçe görüşmelerinde vs meclis dışına atılan bir milletvekili var mıdır?

Eğer yoksa bu, bu topraklarda adına Türk denen milletin egemenliğinin sonucudur! Türk milleti ırktan, nesepten, mezhepten ayrı ve zaten tarihin derinliklerinden gelen bir hukuk birliğinin yarattığı büyük benzeşmenin mahsulüdür.

Türkiye’de çeşitli örneklerle ispatlanmaya çalışılan “etnik ayrımcılığı” yalanlayan en önemli özellik memleketimizde “Türk” olmanın hiçbir mümeyyiz vasıf taşımamasıdır. Çünkü bunun ne ırken ne dilsel ve ne de itikadî olarak tespit edilmesi mümkündür.

Oysa etnik ırkçılık kendi taraftarlarının resmî bir etiketle adeta ayrı bir canlı türüymüş gibi damgalanmasını talep etmekte ve bunun ne kadar faşistçe bir tavır olduğu maalesef liberallerimizce bile eleştirilmemektedir.
“Eşit yurttaşlıkla” ifade edilen şey ise, kendini ırken ayrı hissedenlerin yasama organlarında ırki özerklik talep etmeleridir.

Oysa demokrasi, her farklılığın ayrı bir yasama özerkliğine sahip olması değildir.
Demokrasi her farklılığın çoğunlukla temel hakları konusundaki taleplerini tartışabildiği ve bunu mutlaka barış ile yaptığı rejimin adıdır.

Eşit yurttaşlık söyleminin demokrasi istismarında gözden kaçan nokta işte tam burasıdır. Belli bir sayıya ulaşmış her topluluğun taleplerinin yerine getirilmesine demokrasi denmez! Aksi takdirde kendini çoğunluktan veya millî oluşumdan ayırmak isteyen her topluluğa evet demek icap eder ki bu da açıkça egemenliğin anlamsızlaşmasıdır. Bu durum, millî devleti oluşturan çoğunluğun, her azlığın taleplerine esir edilmesi demektir.

Türkiye’de etnik ırkçılık bu çarpıtmayı, sürekli terör tehdidiyle ayakta tutmaya ve çoluk çocuğa taş attırarak meşrulaştırmaya çalışmaktadır.

Demokrasi her talebin karşılanması anlamına gelmez. Demokrasi temel haklara saygı şartıyla çoğunluğun belirleyiciliği demektir ve bundan başka bir şey de değildir.
Etnik bir siyaset, ancak etnik kimliğin devlet kademesinde açık bir ayrımcılığa uğradığı, dışlandığı durumlarda anlamlıdır. Aksi takdirde, farklılaşmayla imtiyaz talep eden ırkçı bir talep komisyonculuğundan ve ırkî bir tektür izolasyon talebiyle de faşist bir tepkisellikten öteye gidemez.


Hukuk önünde eşit vatandaşların “daha eşit” olmak talebi, ne demokratiktir ne hukukî ve hatta ne de ahlâkî… Hukuk önünde eşit vatandaşları, pozitif hiçbir anlam taşımayan bir kimlikten ayırarak,imtiyazlı ve özerk bir damgalanmış azlık grubu haline getirmenin faşistçe ilkelliğine bu gün “eşit yurttaşlık” diyenler, bölgesinde Soran dışında yerel şiveleri yasaklayan faşist tavrın yaratacağı kavgadan ve bölünmelerden, akacak kandan da sorumlu olacak ve asıl onlar iki cihanda lekeli kalacaklardır.













2 yorum:

selcen dedi ki...

Bunlar öyle mugalata ustasıdırlar ki,kimse başademez bu konuda onlarla.Çünkü ırkçılık ve dincilik birarada güzel bir koalisyon oluşturmaktalar.

Afşar Çelik dedi ki...

Mugalata hakikati ilga edemez nasıl olsa Selcen Hanım....