12 Aralık 2009 Cumartesi

Etnik Siyaset Kötü müdür?


Bu soruya bir, batı merkezli ve küçümseyici bir bakışla bir de genel haklar bağlamında cevap vermek mümkün.
Ama önce “etnisite” hakkında biraz kafa yormalıyız.
Etnisite, milletleşme sürecine dahil olamamış, kendi başına da bir milletleşme süreci de yaratamamış, nüfus açısından az, kültürel ve ırkî olarak nispeten çok daha tektür veya homojen olan toplumsal azlıklardır. Burada “azınlık” tabirini özellikle kullanmıyoruz çünkü onun apayrı bir siyasî anlamı da vardır. Azınlıklar özel azlıklardır.
Batı merkezli medeniyet anlayışında “etnik” olan, batıyla ifadesini bulan “evrensele” yabancı ve bundan dolayı da “gelişmemiş” yerellikleri ifade ediyor.
Maalesef dünyada “etnik” sıfatı batı merkezli bakışla kullanılır hale gelmiştir. Oysa objektif olarak bir gelişmişlik derecelendirmesi yapmak çok da mümkün değildir.
Etnisiteyi bir “sorun” haline getiren, milletleşme ve devletleşme arasındaki ilişkinin, etnik topluluklarca yanlış ve yetersiz anlaşılmasıdır.
Sadri Maksudi’ye göre ki kendi devrinde “ırk” terimini millet karşılığı olarak kullanmıştır. Millet, tarihin belli bir devrinde bir hukuk çatısı ( devlet) altında toplanmış kavimler cem’idir. Bu tanım ne kadar sık tekrarlansa yeridir. Çünkü milletleşmenin kökenini “hukuka” bağlayarak, millet yapısı içindeki farklılıkları açıklamak açısından son derece yeterli bir tanımdır.
İşte etnik gruplar bu birleşmeye dahil olamadıkları için kendi içlerine kapanık kalmış gruplardır. Kendi içine kapanmak belli bir müddet sonra dış dünyayı düşmanca algılamaya yol açabilir. Çünkü dış dünya ile karşılaşmak, bu kapalı yapının bütünlüğünü ister istemez bozacaktır.
Hukuk anlayışının şimdiki gibi olmadığı devirlerde herhangi bir otoriteye boyun eğdirilerek etnik grupların varlığı idare edilebilirken, hukuk devleti fikrinin ve demokrasinin temsil yetkisinin tanınmasıyla etnik gruplar, taşıdıkları gerilimi ifade etmeye başlamışlar ve sorunlar da böylece ortaya çıkmıştır.
Peki etnik bir grubun siyasetinde “sorun” olan nedir?
Sorun, etnik grubun, daha önce dediğimiz gibi milletleşme ile devletleşme arasındaki kendiliğinden ilişkiyi yeterine anlayamamasından kaynaklanır.

Bir başka sorun da demokratik temsil yetkisi ile artık kendi kapalı gruplarının taleplerini ifade etmek ile devletleşme arasında doğrudan bağ kurmalarıdır ki burada demokrasiyi anlamamak ve içlerinde yaşadıkları millî devlete yönelik dış tehditlerin yönlendirmeleri de etkili olmuştur.
Öncelikle milletleşme de devletin tesisi bir zarurettir ama kâfi değildir. Çünkü etnik siyasetçilerin göremediği veya göz ardı ettiği unsur, devleti tesis eden birkaç kavmin beraberliği idi. Milletleşme bu gönüllü beraberlikten sonra, siyaseten ve kültürel olarak nispeten daha güçlü bir merkez kültürün etrafındaki kendiliğinden meydana gelen benzeşmenin adıdır.
Dolayısıyla devletleşme eğer farklılıkların gönüllü beraberliğine dayanıyor ise milletleşmeyi doğuruyordu.

Etnik siyasetçiler bu gerçeği göremedikleri için kendi devletlerini kurarak milletleşebileceklerini sanmışlar ve içinde yaşadıkları millî devleti kendileri için tehdit saymışlardır.
İkinci sorun da etnik siyasetçilerin demokratik temsil yetkisinin sınırlarını bulandırmasıdır. Demokratik temsilin, millî devletin varlığını tartışmaya varabileceğini sanmalarıdır. Oysa demokratik temsil ancak millî bir devletin varlığında anlamlıdır. Zira farklılıkların milletleşme ile bir şekilde benzeşmediği bir toplumda her farklılık kendi izole ve tektür parçalanmasıyla ırkçı bir örgütlenmeye yuvarlanır ki bu gün yanlış şekilde “mikro milliyetçilik” diye adlandırılan şey budur.

Bu bazılarınca tartışılmaz bir hak olarak kabul edilebilir ama Balkanlar’da meydana gelen etnik bölünmenin kimseye huzur vermediği de hazin bir örnektir. Aynı durum şu an kuzey ırak’ta yaşanmaktadır. Kuzey Irak Kürt yönetimi nüfusları kendilerine yakın olan Türkmen toplumunu görmezden gelerek ve hatta silahlı güç alanlarında Soranî dışında Kürt şivelerini yasaklayarak milletleşebileceğini sanmakta faşist ve açıkça bir yönetimi bölgeye yerleştirmektedir.
Peki buraya kadar anlattığımız yönlerinden dolayı etnik bir siyaseti tamamen yasaklamalı mıyız?

Buna evet demek temel hakları gözetmemek anlamına gelir. Özü itibariyle demokratik bir etnik siyaset, etnik gruplara, farklılıklarından dolayı uygulanabilecek temel hak ihlallerine dikkat çekmek ve bunları ortadan kaldırılması için çalışmaktan başka bir işlev görmez, görmemelidir. Zira etnik grubun emniyet içinde yaşayabilmesi için hukuk devleti ideali ile ilgisini kesmemiş meşru devlet örgütlenmesinin ayakta kalabilmesi gerekir. Eğer devlet hukuku çiğnemekle meşgulse zaten toplumun genelinin devletle ilişkisi tartışmaya açılmış demektir.

Burada etnik gruplar için sorun olan, devletin millî bir çoğunluğa dayanması değil, buna dayanarak fertlerin temel haklarını ihlal edip etmemesidir. Etnik siyasetçilerin çoğunun devlet tasavvuru tam da yıkmayı düşündükleri devletin aynısını kendi etnik saflıkları içinde teşkil edecek çarpık devlet idealiyle kendini gösterir.

Bu açıdan bakıldığında Avrupa’daki Türk’lerin siyasî hayata katılımları tam bir demokrasi örneğidir. Zira Avrupa’da Türk’ler içinde yaşadıkları millî devletleri tehdit olarak görmemekte ve demokratik yapının tadilatı için uğraşmaktadırlar. Kaldı ki örneğimiz Avrupalı Türk’lerin “etnik” değil büyük bir millî yapının temsilcileri olmaları yönünden aslında yanlıştır ama “azlıkların” çoğunluğa karşı yapıcı muhalefetini sergilemek açısından hayati önemdedir.
Temennimiz odur ki etnik gruplar, içlerinde yaşadıkları millî devletleri, kendi emniyetleri ve hukukları açısından tehdit gibi görmeyi bırakıp bu yapıları tadil etmeye, millî çoğunluklarla beraber iştirak etsinler ve çevrelerindeki büyük kültürlerden yararlanarak zenginleşsinler.

Hiç yorum yok: