10 Kasım 2008 Pazartesi

Beyin Göçünü Teşvik Etmeliyiz!




Korumacı ekonomik anlayışın en filtre argümanlarından biri “Beyin göçünün engellenmesidir.”Korumacı anlayış, geniş anlamda paternalist/ kolektivist görüşleriyle insan aklını da “milletin malı” olarak görür.Bir üst kabul, bir tanımlayıcı çerçeve olarak milletin gerçekliği inkâr edilemese de soyut ve somut varlıkların tasarrufunda, âmir bir tasarruf sahibi olarak varlığından bahsetmemiz imkânsızdır. Türkçe’si, millet, neyin mülkiyet sayılıp sayılmayacağı konusunda karar verebilecek bir “ dev fert” değildir.Dolayısıyla soyut varlıkların tasarrufunda, “millet adına tasarruf” kullanan devletin de mübadelede meşruiyet zemininin sağlanması ve korunması dışında herhangi bir yetkisi olamaz.


Ferdin aklı, doğru ve yanlış davranışla ilgili olarak toplumdan edinilen bütün değer yargılarına rağmen kendi mülkiyetidir. Zira bu varlık, edinilmesinde meşruiyet sorgulanması yapılmasına imkân ve gerek olmaksızın ferdin varlığının bir parçası olarak kendisiyle beraber dünyaya getirdiği bir iktisadî maldır. Nozick’in Locke’tan mülhem mülkiyet sorgulama kriteri olarak kabul ettiği “yetkilenme kuramına” müracaat etmemiz bunun böyle olduğunu derhal gösterir.Aklın ferdin mülkiyeti olması durumu bir kere açıklığa kavuştuğunda, ferdin aklını tasarruf etmesi üzerinde kimsenin âmir olamayacağı kesin şekilde anlaşılır. Dolayısıyla korumacıların bir tür kolektif servet gibi kabul ettikleri fert aklı da mübadeleye giren her iktisadî mal gibi fert tarafından özgürce değerlendirilebilir.


Aklın bu kullanımı aynı zamanda hürriyetin tanımına da temel teşkil eder. Aklın, “ferdin kendisinden, kendisiyle bir mütemmim cüz olması” kabul edilmezse “diğerinden bağımsız şekilde tasarruf edilecek” anlamlı bir varlıktan da bahsedemeyiz.Buraya kadar beyin göçünün, ahlâken ve hukuki olarak neden engellenemeyeceğini gösterdik.Beyin göçünün faydacı müdafaası ise daha kolay kavranabilir.


Şöyle ki soyut varlıkların mülkiyetinin yeterince korunmadığı memleketlerde medeniyeti geliştiren, hayatı kolaylaştıran, hayatımızı teminat altına alan fikirlerin yeşermesi de zorlaşır. Mülkiyetin korunması yerine, bürokratik egemenliğin korunduğu bir ülkede, “ korumada” esas olan, ferdin aklının farklılığının yarattığı yeniliği değil, bürokrasinin mutlak emrediciliğidir. Mülkiyet yerine bürokratik vesayetin “değer” kabul edilmesi ile aklın kullanım şeklini de ferdin kendisinin değil, bürokrasinin belirlemesine rıza gösteriliyor demektir. Bürokratik vesayetin en önemli tavrı, yaratıcılık sahaları üzerinde kendince önem sıralaması oluşturmaktır.Bu durumda “gelişmede öncelik” ölçütü adı altında bürokrasinin belirlediği sahalar ve biçimler dışında kalan yaratıcı fikirler kendiliğinden, “ilgi dışında” bırakılır.


Oysa “gerçekten neyin işe yarayacağı” hususunda bürokrasinin bizden daha âkil ve ferasetli olmasının hiçbir garantisi yoktur. Söz gelimi, genetik araştırmaların yeterince gelişmediği ülkemizde plazmitlerle ilgili çalışmaların finansmanı bürokrasinin ilgisini çekmeyebilir. Çünkü bu çalışmalar kısa vadede herhangi bir gelişme yaratmaz gibi görünür. Oysa plazmit çalışmalarının modern ilaç şekillerinin gelişiminde çok önemli yeri vardır. Devletçi ekonomilerde büyük ölçüde finansman tekeli halindeki bürokrasi sınıfı derhal “paranın daha öncelikli yerlere harcanması” gerektiğini düşündüğünden, ayrıca sermaye akışında katı bir kontrol uyguladığından ayrıca devlet memurlarının bu tip araştırmaların gerçek önemi hakkında gerçekten bir fikri olabileceğinden dolayı ne memlekette bu araştırmaları yapabilecek büyük sermaye girişi ne de devletin bu işleri finanse etmesi söz konusu olabilir.Bu durum aynı zamanda yaratıcı akılların istihdamının da daralmasına sebep olur.


Çünkü ne yaratıcı aklı istihdam edecek büyük ve “yabancı” bir sermaye ne de devlet kurumu vardır.Gene bu durumda yaratıcı akıl, kendine ancak devlet bünyesinde, kendi seviyesinde olmayan akılların kendine münasip gördükleri kadrolarda çalışmaya mahkûm olur. Aklının yaratıcılığını çalıştırabileceği bir ortamda kansere çare bulabilecek bir beyin böylece, mesel orta okul/ lise mezunu idari/ mali işler personelinin kendisine kıskançlıkla anlattığı ödenek sıkıntısı ve bürokratik yasaklama mekanizmalarıyla boğuşarak çalışmak mecburiyetinde kalır.Teknoloji bugün belli ülkelerde yaratılmaktadır.


Sonuçta teknolojinin bu ülkelerle sınırlı kalması söz konusu değildir. Çünkü küreselleşme doğrudan doğruya bu teknolojinin her yere ulaşmasıyla mümkün olabilmektedir. Bu durumda bir yaratıcı aklın dünyanın neresinde çalıştığı önemsizdir. Önemli olan o akılların bizim sağlığımız, emniyetimiz ve huzurumuz için özgürce üretmelerini sağlayabilmemizdir.

Hiç yorum yok: