9 Eylül 2024 Pazartesi

Kimin Ordusu Kimin Kılıçları?

 

Şeriatçı Popülizmin Türk Ordusuna Bakışında Liberalistlerin Rolü

2000 li yılların başlarında, liberalist okumuşlar Türk fikir hayatına çok hızlı girdiler.

 

Şüphesiz hükümet eliyle kayırmacılığın, döviz serbestisinin ve sihirli
“piyasa” kelimesinin getirdiği “hürriyet” rüzgârı, halkımızı çoktan mest etmişti. Yine de devlete duyulan güven,  devletle  milletimizin gönül bağları henüz hâlâ yerindeydi.

 

Oysa bilinmeyen bir gerçekliğin de tohumları ekilmişti. Şeriatçılığın en “ılımlısından” en köktencisine kadar her tipi toplum içine çok daha rahat kök salmaya başlamıştı. Bunun en büyük sebebi, zihnen Türk’e yabancı, birçoğu Türk soyundan da gelmeyen, Türklük bilinci son derece zayıf siyasetçilerin, kendini güçlü hisseden devlet aygıtı içinde rahatlıkla yer edinmelerine imkân verilmesiydi.

 

Sosyalizm hem güç hem itibar kaybetmişti. Bu durum özellikle din ekseninden sosyalizmi vurmaya çalışan batı ülkelerinin Türkiye üzerindeki projelerini güçlendirdi. Buraya kadar her şey zaten bildiğimiz şeyler. (Özünde “Türk-İslamcılık” vs. olmayan Türk milliyetçiliği bile gerek siyasi popülizm, gerekse “zindan travmaları” yüzünden tarikatçiliğin etki alanına sürüklendi).

 

Halkın “merkez sağla” temsil edilen çoğunluğunda hâlâ kayda değer bir İnönü-CHP antipatisi olmakla birlikte iş devletin özüne geldiğinde toplum büyük bir beraberlik gösteriyordu. Türkiye Cumhuriyeti’nin lâik, üniter bir ulus devleti olduğu konusunda hiç kimsenin şüphesi yoktu.

 

İşte bu ortamda DP popülizminin daha yeşil bir tonu olan “ılımlı İslamcılar” yaygın İnönü-CHP antipatisini, alabildiğine sömürerek egemen merkez sağı “uyarmağa” başladılar.  Bu noktada da devreye yeni liberalistler girdi.

 

Bu liberalist okumuşlar, akademik unvanlara sahip, yetkin insanlardı. Liberalist dünyadan etraflı ve güzel çeviriler yapıyorlardı. Öyle ki Türk sağına “neden solcu olunmaması gerektiğini” akıl, mantık ve vicdan çerçevesinde öğretecek gibi duruyorlardı.

 

Uzunca bir süre bu durum devam etti. Öyle ki adıyla sanıyla Liberal olan bir parti bile bu liberalist okumuşların yanında bir karikatür gibi kalıyordu. ( Bu satırların yazarı da 1998- 2009 yılları arasında  bahsi geçen liberalist okumuşları yakından izlemiştir.)

 

Ne var ki hiçbir şey göründüğü gibi değildi. Halkla beraber , halkın yanında görünen  liberalist okumuşlar, halkın ortak değeri göz bebeği gibi görünen ana kurumlara hiç de onun gibi muhabbetle bakmıyordu.

 

Evet, görünüşte temel haklardan ve hürriyetten yanaydılar ama bu söylemin içinde bir şeyler eksikti. O eksiklik “milliyet duygusuydu”. Yayınlarından, toplantılarına kadar hemen her faaliyetlerinde yabancı vakıflardan destek alan liberalist okumuşlar Türk halkına öyle bir devlet tasavvuru sundular ki bu tasavvur, hali hazırdaki “renksiz, kokusuz, boş ve içeriksiz Anayasa” fetişinin temeli oldu.

 

Liberalistler için “milliyetsizlik” her türlü hakkın, hürriyetin ve demokrasinin gereği idi. Öyle ki içinde Türk adı geçen her şey faşist, ırkçı, baskıcı idi. Hatta bu liberalist okumuşlardan biri bu satırların yazarına “Ya milli egemenlik insan haklarını çiğnerse?” diye sormuştu. Soru, vicdana sesleniyordu. Öte yandan iki farklı kategoriyi kıyaslıyor ve dahası gizli bir kabulü gerekli kılıyordu. O kabul de “millet dışında bir insanlık kategorisinin varlığını kabul etmemizin gerekmesiydi.”  Böylece aslında  devletlerin milletlerce oluşturulmadığı, oluşturulmaması gerektiğini, devletin, adı sanı, milliyeti ne olursa olsun her “insana” hizmet etmesi gerektiği kabul edilmeliydi.

 

Böylece devleti milletten, milleti oluşturan her türlü değerden ve duygudan yani milliyetten uzak, tam anlamıyla kimliksiz ve nötr bir “güç kullanıcısına” dönüştürmemiz gerekiyordu. Bu görüşün son hali, “ İçinde Türk adı geçmeyen Anayasa” olarak bugün hâlâ gündemi meşgul ediyor.

 

Hal böyle olunca liberalistlerin orduya yüklenmesi gerekiyordu. Çünkü Türk toplumunun düşüncesinin ve ruh dünyasının omurgasını Türk Ordusu meydana getiriyordu. Çünkü Atatürk’ün dediği gibi “Türkler ordusu lan bir millet değildi, MİLLETİ OLAN BİR ORDUYDU!”

 

Liberalistler, CHP- İnönü antipatisinden köklenen bir ordu karşıtlığını, “akademik” dolayısıyla akılcı, “muhafazakâr” dolayısıyla etik bir planda yıllarca öyle ısrarla savundular ki onların fikirlerinden beslenen bir sözde gazete, örgütlü bir ordu düşmanlığının tetikçiliğini yaptı ve şerefli Türk subaylarına yıllarca süren bir eziyetin müsebbibi oldu.

 

Liberalistlerin “milliyetsiz devlet” hurafesi özellikle etnik ırkçıların ve şeriatçıların Türk düşmanlıkları için bulunmaz bir mesnet oldu.

 

Son dönemde “Mustafa Kemal’in askeri” olmak bile bu sözde liberalist “ nötr devlet” fikrinden dolayı bir tehdit olarak görülmeye başlandı.

Liberalistler, milletin devleti olması gereken devletin, milleti bozacak, onu biçimsizleştirecek, onun ruhunu boşaltacak kimliksiz bir zor kullanıcısı olmasının yolunu açtılar.

 

Kılıç tutan teğmenlere karşı yöneltilen şüphe ve husumetin kökeninde Türk düşmanlığını etik ve demokratik bir gereklilik gibi bize sunan liberalist okumuşların sözde kuramları var.

 

Liberalist okumuşların özellikle dindar bir geçmişlerinin olduğu kuvvetle muhtemel. Öte yandan özellikle Alman “düşünce kuruluşlarından” aldıkları destekler düşünüldüğünde “ceberrut devlete karşı hürriyetçi” muhafazakârlığın nasıl olup da devletin gövdesini çatlatabildiği daha iyi anlaşılabilir.

 

Savunulduğu ülkelerde milletlerin refahı, hürriyeti ve birliği için kullanılan bir düşünce aygıtı, özüne yabancılaşmış ve besleme bir okumuşlar grubunun elinde,  Türk Milleti’ne ve onun kutsal ordusuna bir  silah gibi yöneltildi.

 

Liberalistlerin yapmaya çalıştığı şey, Türk olmayan, iradesiz, kimliksiz, profesyonel fedailerden başka bir şey olmayan bir tetikçiler topluluğu.

 

Liberalistler Türk halkının zihnini öyle zehirledi ki halk artık “Türk olmayan” bir orduyla hiçbir şeyin korunamayacağını idrak edemez oldu. Liberalistlerimiz yabancılaşmış, mankurtlaşmış olabilir. Halkın sorumluluğu, kendisine sunulan akıl ve ahlâk söylemlerini kendi aklıyla ve vicdanıyla tartmasıydı. Türk halkı kendi askerinin onurunu korumadığı takdirde başka askerlerin çizmesini parlatacağını unutmamalıdır.

 

 

Hiç yorum yok: