3 Ekim 2021 Pazar

Egemenlik, Bağımsızlık, Etki Alanı Ve İşgal

 

İnsanın ayağı yere basmalı, toprağa basmalı. Ama insanın ayağı  kendine ait bir yere basmalı. Yoksa hiçbir yerde barınamaz. Barınacaksa da   toprak sahibinin  kanunlarına göre barınır, yaşar.

 

 Kendi selamımızı  verip aldığımız, kendi dilimizin çayırında çimeninde dolaştığımız bir toprakta mendil kadar bir payımız olsa biliriz ki o pay, bize benzeyen inşalar tarafından korunur, saklanır. Biz de biliriz ki o mendil kadar toprakta ne istersek yaparız. İster buğday eker ekmek yaparız, ister üstüne bir ev diker , içinde sobamızı yakarız.

 

Tamam da… Bunları yapabilmek için en önce ne lâzımdır, onu hiç  düşünmeyiz, o konuda hiç tasalanmayız. Neden?

 

Çünkü bu tasayı bizden önce çeken insanlar yaşamıştır da ondan…. Çünkü bize mendil kadar bir tarla kalsın diye daha önce başkaları çarpışmıştır da ondan. Onların sayesinde, üstünde bir baraka dikebileceğin, başkalarına, sana ait olduğunu  çekinmeden söyleyebileceğin bir tarlan olmuştur.

 

İşte egemenlik budur. Egemenlik, sana ait olduğunu bildiğin yerde, gönlünce oturmak, kalkmak, koşmak, yazmaktır. Egemenlik, kendine ait olan bir toprakta  elinin emeğini hiç kimseye sormadan işletebilmen demektir. Egemenlik  kendine ait olan bir toprakta gönlünce  tembellik edebilmektir.

 

Peki ama ya  üstünde gönlünce gezdiğin  bir toprak varken birileri sana neyi nasıl yapacağını buyurabiliyorsa? Toprağın sana ait olmasının bir önemi kalır mı?   Sana ait olan bir yere  başkaları gönüllerince girebiliyorsa o toprakta ne yaptığının ya da o toprağın tapusunda ne yazdığının bir önemi kalır mı?

 

Sen, tarlanda başkası gezip dolaşamasın diye   polisine güvenirsin,  tapu dairene ve mahkemelerine güvenirsin.

 

 Bunu yaparken de  senin ülkenin sınırlarında  senin, kendi ülkende hakkını arayabilmeni sağlayan askerlerine güvenirsin. İşte  senin  yapabildiğin her  şeyi senin her insanının  yapabilmesi egemenlikken bu egemenliğin başkalarının müdahalesinden kesin biçimde korunması da bağımsızlıktır.

 

Uluslar birbirlerinin bağımsızlıklarını tanımaz, sadece buna geçici olarak tahammül ederler. Çünkü uluslar  birbirlerine yabancıdırlar ve her biri kendi tarlasını kendi bildiği gibi sürmek ister.

 

Uluslar birbirlerinden tamamen kopuk mu yaşar? Hiç mi birbirlerine ihtiyaç duymazlar? Elbette uluslar birbirlerine ihtiyaç duyarlar ama  bu onların gelişme seviyelerine göre  değişir. Dolayısıyla aslında herkes birbirine bir ölçüde bağımlıdır.

 

Bir ulus tarlasını, başkasının sürmesine gücü yettiğince izin vermez.  Uluslar tarlalarını başkasının sürmesine izin vermez ama mahsullerini alıp verirler. Bu da onları birbirlerine “bağlar”. Fakat bu bağlantıda bazılarının pazarlık gücü daha fazladır.

 

Ne yazık ki uluslar birbirlerine kendi üyelerine baktıkları gibi duygudaşlıkla merhametle ve adaletle bakmazlar.  Dolayısıyla birbirleriyle bağlantılarında adil davranmazlar. Hiçbir  güç de onları böyle davranmaya  zorlayamaz.  Onları birbirleriyle ilişkilerinde, bağlantılarında âdil davranmaya mecbur edecek bir ilâhî güç de bulunmadığından onlar  kendi aralarında  bir güç mücadelesiyle sözlerini geçirmeye çalışırlar. Ulusların sözlerini geçirebildikleri yerlere de “etki alanı” diyebiliriz.

 

Bir etki alanında herhangi bir ulus belki  tarlayı kendi ekip biçmez ama tarla sahibine ne ekip  ne biçmesi gerektiğini söyleyebilir. Bir etki alanında ulus tarla sahibinin ürününden ne kadarının kendine ait olduğunu ona söyleyebilir. Dolayısıyla meselâ Kürtçe marş söyleyip elinizde kalaşnikoflarla kendinizi erkek sanarak insanları korkuttuğunuz bir sözde Kürdistan kurabilirsiniz ama aynı zamanda,  eli kalaşnikoflu  köpeklerinizi “kara gücü”/askeri  olarak görüp de onlara kendi çıkarları için ölmelerini emreden başka bir ulusun “etki alanı” olabilirsiniz.

 

Her ulus mümkün olan en geniş etki alanını  elde etmeye çalışır. Bu ahlâkî bir iş midir? Âdil midir? Elbette hayır… Ama şunu da unutmamalıyız ki ulusların birbirlerine davranışlarında onları etkileyecek, azarlayacak, düzeltecek bir üstün güç yoktur.

 

Uluslar birbirlerine anlayışla  duygudaşlıkla adaletle falan muamele etmedikleri içindir ki  günün birinde herhangi bir ulus artık tarlanızı yeterince koruyamadığınızı  fark ederse ya da  tarlanıza yeterince değer vermiyorsanız  fiilen tarlanıza girer onu bizzat kendisi ekip biçer ki bu da işgaldir. Ama şunu unutmayınız ki bu davranış sizin için bir işgalken işgalci ulus için bir “fetih
tir”.  Yani?

 

 Yani ulusların davranışları ahlâkla sınanmaz, güçle sınanır. Kendi ordusundaki zenci askerlere açık ayrım uygulamış  ABD’nin, mağlup   Almanların ırkçılığını yargılarken sorgulanmaması da bundandır.

 

Dolayısıyla da “tam bağımsızlık” diye bağırıp çağırırken bu ülkenin Türk vatanı olduğunu kesinlikle ve severek ve isteyerek kabul etmeyen hiç kimsenin  hiçbir sözünün en ufak bir değeri   olamaz.

 

Tam bağımsızlığın, Türk’e ait olduğunu, Türk tarlasını yalnız ve ancak Türk’ün ekip biçebileceğini, Türk olmayanın, kendisini Türk kabul etmeyen hiç kimsenin Türk’ün tarlasında hakkının olmadığını kabul etmiyorsanız siz ne bağımsızlığı ne egemenliği ne de vatanseverliği anlamışsınız demektir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: