16 Temmuz 2021 Cuma

Kim Kimi Kısıtlamalı?

 

Sınırsız ya da kısıtlamasız bir demokrasi mümkün mü?

 

Herhangi bir demokratik ülke, ulusal temellerini reddederek egemenliğini sırf demokrasi adına alt kültürlere devreder mi?

 


Herhangi bir demokratik ülke, hukukunu demokrasi uğruna şeriatçı bir grubun eline teslim eder mi?

 

Ya da şöyle soralım: Demokrasi her fikrin sınırsız şekilde yönetim için rekabet edebilmesini sağlar mı?

 

Bu üç sorunun tek bir cevabı var: “Hayır”

 

Peki ama neden böyle? Yani her düşünce ve her  etnik grup demokraside eşit rekabet hakkında sahip değil mi?  Bu soruya da “ evet” diye cevap vermek mümkün değil.

 

Bir toplumda herkesin her zaman, ayrımsız bir hukuk bütünlüğünden yararlanabilmesi için o toplumun uluslaşmış olması gerekir. Uluslaşmamış toplumlarda hukuk devletini tesis edemeyiz, çünkü “ulus adına” zor kullanıcı, bütünlüklü bir teşkilatlanma gerçekleştirilemez.

 

Her etnik grubun veya tarikatin kendine göre bir egemenlik sahası kurması,  herkesin hayatını, aşiret reislerinin, ya da tarikat şeyhinin insafına terk etmekle sonuçlanır.

 

Bu durumda şu soru aklımıza gelmeli: “İyi de  kimi kısıtlamaya ya da demokrasiden  dışlamaya nasıl karar  vermeliyiz?”

 

Bu sorunun iki cevabı var:

 

Bir ulusun egemenlik hakkı bölünmez, devredilmez ve vazgeçilmezdir. Dolayısıyla bir ülkede ulus kendinden başka hiçbir egemenlik iddiasına izin vermez. Bu, demokrasinin egemenlikle ilişkisini gösterir. Dolayısıyla kendisini ırk olarak veya inanışıyla “ulustan” ayırmaya kalkan hiç kimsenin ya da grubun egemenlik hakkından yararlanmaya hakkı olmadığı gibi demokraside de bir yeri yoktur.

 

İkinci cevabımız ise “nisbî yarar” ilkesidir. Nisbî yarar ilkesi aslında “ En çok kişinin en büyük yararı” olarak bilinir. Bu da şu anlama  gelir: İki taraftan hangisi kısıtlandığında, elde edilecek  nisbî yararın en büyük olduğuna bakmak gerekir.

 

Ülkemiz etnik ve inanç bölgelerine ayrılsa, etnik veya inanç egemenlik gruplarının oluşması durumunda mı daha büyük özgürlük, adalet  ve emniyet sağlanabilir yoksa ulusal ve laik bir rejimle mi?

 

Şüphesiz bugün dünyanın en gelişmiş demokratik ülkeleri, ulusal egemenliklerini kurmuş, lâik devletlerdir. Bunu sağlamak için etnik gerilimlerin, etnik vahşetin, etnik keyfîliğin kısıtlanması hatta yasaklanması gerektiği gibi inanç hürriyetinin  kötüye kullanan dinci  yapıların da siyasetten , demokrasiden dışlanması gerekmiştir.  Eğer bunun böyle olması ilk bakışta anlaşılamıyorsa dünyada etnik yapıların, şeriat rejimlerinin, arzulanan hukuk devletini ve demokrasiyi sağlayıp sağlayamadığına bakmalıyız.

 

Şunu görüyoruz ki  sözgelimi, demokrasi istismarına izin verilmiş Kürtçü yapıların ya da şeriatçı örgütlenmelerin egemen oldukları hiçi bir yerde toplumun genelini memnun edecek  emniyet, adalet ve özgürlük rejimi kurulamamıştır.

 

İşte bu yüzdendir ki TCK’nın mülga 141, 142 ve 163. Maddeleri acilen tekrar yürürlüğe sokularak şeriatçı ve etnik sözde siyaset kalıcı olarak yasaklanmalıdır. Oy paketlerinin geçici memnuniyetleri ulusun bütünlüğünden ve egemenliğinden daha önemli değildir.

 

1 yorum:

Afşar Çelik dedi ki...

İşte sorun bu.

Sorun, Türk devletinin kuruluş ilkeleri, Türk tarihi, Türk Milleti'nin menfaatleri, Türkçü bir bakış açılarından siyaset yapılıp yapılmadığı.

Türkiye Cumhuriyeti'nin lâik niteliği bütün siyasi menfaatlerin üstündedir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin ulusal bütünlüğü bütün siyasi menfaatlerin üstündedir.

Kısacası Atatürk'ün Türk Milletini'nin egemenlik sahasında uygarr bir hukuk devletinde yaşayabilmesi için gerekli gördüğü ilkeler "aşılamaz" ve tartışılamaz.

İşte siyasette kısıtlayıcı ölçüler bunlardır. Hiç kimse aldığı oyla bu ilkeleri kısıtlamaya kalkamaz.

Araştıran ve sorgulayan yorumlarınız için teşekkürler. Her zaman beklerim.