2 Ağustos 2020 Pazar

Türkçülük Anormal Mi?

Türk Dünyasının Büyük Devlet Adamı: Ebulfez Elçibey

Daha dün gece liseden bir arkadaşımla lise sosyal medya gurubundan kovulmam konusunda konuşurken arkadaşım, siyasi bir konudaki aşırılığımın bir “tepkiyi”  tetiklediğinden bahsetti.

Siyaset özellikle bizim gibi geri  kalmış toplumlarda çok ciddi bir  toplumsal ayrışma sebebi.

Sorun şuydu: Benim PKK hakkında söylediklerim,  bir başka   dönem arkadaşıma “ters” gelmiş ve onda benim görüşüme simetrik bir tepki oluşturmuştu.

Peki ama  Türkiye’de PKK, siyasi meşruiyete sahip, insan haklarını koruyan,  ülke ve ulus çıkarlarına hizmet eden, arzulanır ve makbul bir örgüt müydü de benim PKK hakkında söylediklerim solcu dönem arkadaşımda  “anlaşılabilir” bir tepki doğurmuştu?

O arkadaşım herhangi bir paylaşım yapmasa da  hâlâ  grubumuzda ama ben kovuldum. Yani? PKK’yı savunmayı normal bir hak ve meşru bir tepki olarak gören  arkadaşım  fiilen “egemen”. Onun PKK’yı savunması  grup üyelerinde hiçbir nefret hissi uyandırmazken benim PKK’yı aşağılamam “aşırılık”, “ırkçılık”, “nefret suçu” gibi kabul edildi. Kısacası gruptaki taraflaşmada Türkçü olan ben azınlıkta ve  nefret edilesi anormal biri olarak görülürken bebek katillerini, etnik ırkçı bölücüleri bana savunan insan “normal” kabul edildi.

Peki ama “etik insan” neyi normal neyi anormal kabul etmelidir? İnsan yalnızca kabulleriyle tanınmaz, dışladıklarıyla ve hatta nefret nesneleriyle de tanınır.

(Kendi ordusundaki siyahi askerleri alabildiğine aşağılayan, kendi millî atleti siyahi Owens’ın başarısını resmen kabul etmeyen ABD, “Nazi ırkçılığına” karşı özgürlük mücadelesi verdiğini iddia edebiliyordu. Nazilerin ırkçılığından nefret etmek ona göre haklıydı ama Jessie Owens’ı görmezden gelmekte beis yoktu. Ya da kendi ülkesinde Rus Yahudilerini aşağılayan  Gürcü kökenli sosyalist Rus diktatör Stalin, kahramanca (!) Alman ırkçılığına karşı insanlığı savunuyordu…)

Kendimize sormamız gereken soru şu: Türkiye’de neden nefret ediyoruz? Ya da neden nefret etmeliyiz? Nefret etmemiz gereken şey, Türk adından ve egemenliğinden nefret eden, Türk askerini, öğretmenini, doktorunu vs öldürülmesi gereken birer düşman olarak kabul eden PKK Kürtçülüğü müdür yoksa “Ne mutlu Türküm diyene!” demeyi en mutlu bir iş sayan Türk milliyetçileri midir?

(Soru sana zor gelebilir onun için PKK’nın Atatürk’ten nefret ettiğini, onun kurucu kişiliğinden ve ilkelerinden nefret ettiğini, Türkçülerin de  onun kişiliğini ve ilkelerini sevdiğini söylesem belki daha kolay kavrarsın.)

Türkiye’de “etik insan”, Türk olduğunu reddetmeli, mümkünse Türklüğünü basit bir hayvan ırkı seviyesine indirmeli, Türklüğünden hiç bahsetmemeli ve hele Türklüğünü bir egemenlik kimliği olarak asla görmemeli ve dile getirmemeli.

Fransa’da Fransız olmanın ülkedeki “etnik azınlıklar” üzerindeki etkisi umursanmıyor. İngiltere’de  çocukların “etnik aidiyetleri”  ancak kendi evlerinde korumaları ve aksansız İngilizce konuşmaları öğretiliyor.  Almanya’da herhangi bir etnik grubun Alman Ulusu’nun siyasal egemenliğini tartışmaya açması dahi düşünülemiyor. Buna karşılık bu ülkelerde “aşırı sağ” denen milliyetçiler kınanıyor.

Türkiye’de “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünü telaffuz etmek Kürtlere soykırım uygulamak falan sayılıyor.

Aramızdaki fark şu: Gelişmiş ülkelerin kurucu bilinci, tıpkı bizde olduğu gibi milliyetçilik. Bu bilinç gerek bu ülkelerin bürokrasisinde gerekse toplumsal düzeninde zaten egemen olduğu için adeta “görünmez” oluyor. Bundan dolayı da bu ülkelerde “milliyetçilikten” bahsetmek bir tür aşırılık oluyor.  Sözde enternasyonalist bir sosyalist olan Bayan Mitterand, Enrico Macias’ın Arapça şarkı söylemesine “ Benim bulunduğum mecliste Fransızca’dan başka şarkı söylenemez!” diye izin vermezken “normal” kabul ediliyor ama Anayasa’mızın üçüncü  maddesi ırkçılık oluyor.

19 Mayıs bizim için şanlı bir mücadelenin yıldönümü olarak  coşkuyla kutlanırken anormal oluyor mesela… Buna karşılık aynı gün bir PKK destekçisi ve vatan hainleri kitlesinin önderi Selahattin Demirtaş tarafından “Pontus Soykırımı” olarak ilan edilirken bu alçaklık “normal” kabul edilebiliyor.

Diyarbakır’da Kürt olmayan biri hayatından endişe ederken meclisimizde adına milletvekili denen insanlar “  PKK ile toplumsal tabanımız aynı.” “ Biz sırtımızı YPG’ye, PYD’ye dayıyoruz!” diyebiliyor. Peki bu durum meselâ “insanî” mi, makbul mü ya da meşru mu?

 Modern, çağdaş, kabul edilebilir, arzu edilir hukuk devletlerinin istisnasız hepsinde, kurucu ulusun siyasi egemenliğinin, iradesinin ve kültürünün ortaksızlığı ve tartışılmazlığı “normal” kabul edilirken Türk’ün büyük atası Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün  üzerine titrediği Türk Ulusu’nun varlığı tartışmaya açılıyor, küçümseniyor ve bir nefret nesnesi haline getiriliyor. Neye göre?  

Katil Stalin’in “Ulusal Sorun” denen safsatasına göre… Nakşibendiliğin ya da başka sapkın grupların dinî metinlerine göre… Kürtçülerin bebek katili  liderine göre…

Başka sözüm yok sayın yargıç ama senin idrakinden emin değilim; sorun o…


Hiç yorum yok: