14 Aralık 2019 Cumartesi

Dilimiz Benliğimiz


Güne yeni başladığımız için  henüz günlüğe yazacak bir şeyler biriktiremedim.

Birkaç haftadır sanalağda İngilizce derslerini izliyorum. Kesinlikle  çok faydalı oluyor. İngilizce bilgi birikimine ne kadar erken ulaşabilirsek sanırım o kadar iyi oluyor. Çok kötü bir cümleydi, farkındayım.  O halde neden yazdım?

Belki de  düşünce sürecinin sanıldığı gibi sürekli ve mükemmel işlemediğini görmek için. Yani sizin için bir şey istiyorsam namerdim.

Yazım ve  söz dizim hatası olmayan bir metin okuduğumuzda, yazarın bizimle etkileşim şeklinin hep böyle olduğunu sanırız. Oysa çoğumuz günlük konuşmada, dilimizi hiç de mükemmel kullanamayız. Başka bir şey düşünürken  cümleyi bambaşka bitiririz.

Yazının kalıcılığı bu açıdan bir risktir. Çünkü  kalıcı bir ifadenin hatasız olması  gerekir.  Peki ama ya yazar, düşünce süreçlerini “daha canlı” aktarmak istiyorsa? Ya “kalıcılık” adına  girişilen düzenlemeler ya da düzeltmeler, yazarın “ne demek istediğini” anlatmakta yetersiz kalıyorsa?

Yazar düşünce süreçlerini bütün tökezlemeleriyle ve gramatik hatalarıyla beraber aktarmak istiyorsa o zaman ne yapmalı?

Muhtemelen bu durumda bir felsefe eseri, içinden çıkılmaz bir hal alırdı.

 Gene muhtemelen bilgiye ulaşmak için her seferinde büyük patlamaya kadar  geri dönmemiz gerekebilirdi.

Her neyse… Burası benim günlüğüm. Sizinle paylaşsam bile kendi düşünce sürecimin bütünlüğünü korumak için bildiğim gibi yazabilirim.

Dolayısıyla… İngilizce’mi geliştirirken bir şey fark ettim: Bütün aksanlarına, ufak tefek farklılıklarına rağmen diller , konuşuldukları ülkeleri ortak bir bilinçaltında birleştiriyor.

Bu ne demek?
İngilizce konuşan Avustralyalı’lar, kendilerini farklı bir ulus gibi görseler de İngilizce’nin birleştirdiği “ Common Wealth” dünyası, özünde İngiliz olarak yaşıyor.

Keza iki yüzyıldan fazla Rusça konuşmuş Türk ülkelerinde, bütün milliyetçi söylemlere rağmen “Rusluk”, “Rus kimliği”, Türk kimliğinin önünde yer alıyor. Türk Dünyası diye bildiğimiz çok geniş coğrafyada insanlar Rusça’yı  birleştirici bir araç olarak görüyor. Sözgelimi Türkiye’de yaşayan  soydaşlarımız, çarşıda pazarda Rusça konuşan bir başkasına rastladıkları zaman, “yabanci bir ülkede hemşerisine rastlamış bir başka yabancı” gibi davranıyorlar.

Oysa aynı soydaşlarımıza Türkçe’nin birliğinden, birleştiriciliğinden, ortak bir edebî oluşturmak ihtiyacımızdan bahsettiğimizde , bazıları bizi “ırkçılıkla” suçlayabiliyor.

Yani Türk olmamak için kabile, aşiret, köy  etnik yaşantısını sürmeye razı olanlar  Rus olmadıklarını söylemelerine rağmen Rusça’nın bayrağı altında bütünleşmekte sakınca görmüyorlar.

Peki bu nereden geliyor? Bu, dilin bilinci dönüştürme gücünden geliyor. Çünkü dil, kendisiyle birlikte, jestleri mimikleri, tepkileri ve “düşünme biçimini de” getiriyor, taşıyor  ki bilinci yönlendiren en önemli unsur da bu.  Türkiye’nin en önemli sorunu,  bütünüyle Türk dışı ve Türk düşmanı muktedirlerin yönetiminde, Türk  çocuklarının, “Türkçe konuşan yabancılar” haline getirilmesi.

Türkçe’den nefret eden ya da onun kültür taşıyıcılığını reddeden Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni etnik varlıkları resmi olarak  inşa edilirken diğer yandan Türk çocuklarının da konuştukları dile yabancılaşmaları, yarı  resmi ve kayıt dışı bir devlet politikası olarak yürütülüyor.

 Türkiye’de kendilerini Türkçe öğrenmeye mecbur hissetmeden yaşayabilen sömürgeci “İngiliz sahipler”, Türkçe konuşmadan Türkiye’yi kullanabileceklerini düşünen kapalı bir Kürt etnik topluluğu şekilleniyor.

Ve bütün bu süreçte meselâ  Azerbaycanlı kardeşlerimiz, Türkçe’nin çeşitli lehçelerini “ayrı birer dil” sayarak kendilerini Kazaklardan, Kırgızlardan vs. ayrı bir millet sayıyorlar. Bunda elbette Stalin’in onlara silah zoruyla dayattığı “Ulusal Sorun” safsatasının da etkisi var.

Velhasıl-ı kelâm: Dilimiz benliğimizdir. Türk Dünyası’nın birliği öncelikle bir “benlik beraberliğiyle” meydana gelecektir. Bu birliğin sağlanması da ancak  torunlarının ancak Rusça konuştukları zaman medeni insanlar olacağını düşünmekten vazgeçmekle başlayacaktır.

Bundan sonradır ki  Türk dünyasında yerleşik ve ölçü oluşturucu tek bir edebi Türkçe kullanımının sağlanmasıyla Türk toplulukları artık Ruslar karşısındaki ezik kabile, boy, aşiret, hanlık kimliklerinden kurtularak, büyük, etkin, gururlu Türk olduklarını göreceklerdir.

Nereden nereye? “Biz Türk değiliz! Türkler ayrı!” diyerek  Türkiye Türkçesini benliklerinin bir rakibi veya düşmanı sayan soydaşlarımızın, zorla konuştukları Rusça’ya karşı da aynı tepkiyi geliştirebilmelerini gönülden diliyorum.

Hiç yorum yok: