12 Ekim 2016 Çarşamba

Türkçülüğe Karşı Türk Milliyetçiliği

Türk milliyetçiliği, bir noktadan sonra Türkçülüğün içini boşaltmıştır.


Uzaktan ve birazda sisli bir havada sezebildiğimiz kadarıyla “Türk milliyetçiliği”,  kendine “Türkçü” dememenin bir yolu haline getirilmiştir.

“Türkçü” terimi, özünde, “Türk’ü, dünyanın merkezi haline getirmek” olarak anlaşılabilir.

Bu, bölünmez bir kavrayışla dünyayı Türkçe algılamak bilinci ve arzusudur.

Türkçülük öncelikle sosyolojik bir gerçekliğin gereği olarak ortaya çıkmıştır. Bu gerçeklik de imparatorlukların salt siyasal güçlerinin toplumsal kimliklenme ihtiyacını gideremediği, dahası bu ihtiyacın yol açtığı siyasal erk ihtiyacının, imparatorlukları bölmesi gerçekliğidir.

Dünyada, kendisinden daha büyük bir toplumsal gerçeklik olmayan nihaî kimliklenme varsa o da  “uluslaşma”dır. Bunun sebebi  dilin aşılamamasıdır. İnsanlar  birbirlerini dille tanır.

Ortak bir dille anlaşan insanlar, ancak  bundan sonra birbirleriyle adalete dayanan bir ilişki kurmayı tasarlayabilir. İşte uluslaşma, insanlar arasında bu tasarının gerçekleştirilebileceği tek kimliklenme biçimidir.

Bu yüzden de Türkçülük, toplumsal temelde edinilebilecek en geniş algılama  biçimi olan uluslaşmayı esas alarak dünyanın merkezine Türk’ü koyar.

Bunun “pratik”  sebebi diplomasidir. Çünkü diplomasi ancak ve yalnız “uluslar arasında” vardır ve mümkün olabilir.

Gelin görün ki “Türk Milliyetçiliği” , “millet” kelimesini Osmanlıca’daki “ümmet” karşılığıyla örtüştürerek işin içine “dinî” bakışı da sokmuş, Türkçülüğü  tabiri caizse sulandırmıştır. Bunun sebebi, dünyaya “din gözüyle”, “Müslüman gözüyle” ya da “ümmet gözüyle” de  bakılabileceğini sanmasıdır.

Oysa dünyada ümmet gibi bir gerçeklik olmadığı gibi dünyaya hem ulus hem ümmet gözüyle bakabilmek de mümkün değildi.

Ziya Gökalp’in “Türkçülük” dediği bakış ve tavır, siyasi bir sığlıkla “ Türk milliyetçiliği” haline getirildiğinde, bunun alt metnindeki felsefe; “Dünyaya Müslümanlaşmış bir Orta  Asya kavminin gözünden bakmak” haline geliyordu.

Oysa dünyaya “Müslüman” gözüyle bakmakla Türk olarak bakmak arasında fark vardı.

Öncelikle dünyaya Türk olarak bakmanın felsefi bir bütünlüğü varken “Müslüman olarak bakmanın” hiçbir felsefi bütünlüğü, mantığı, tarihi ve kültürel alt yapısı yoktu. Bunun sebebi de Müslümanlığın, “kültürü  aşamaması” idi. Bugün Müslümanlık denen şey Arap kültüründen ibrettir. Öyle ki Arap kabileciliği, tevhid inancının ulusal yorumlarla, geleneklerle yaşanmasına dahi “bidat” terimiyle hatta “küfür” diyerek karşı çıkacak kadar yobaz ve kıyıcıdır. Bu yüzden de dünyada bir ümmet meydana getirebilecek “standart İslam” diye bir şey var olamadı ve olamayacaktır da.

Türk milliyetçiliği denen tavrın felsefesinde, yapılanmasında dinin ayrılmaz bir yeri vardır. Öyle ki Türk milliyetçiliği dini, uluslaşmanın temellerinden biri sayar. Oysa tarihin büyük bir bölümünde din, ancak  hanedanların  nüfuz mücadelelerinde kullanılan siyasi bir tercihten ileri gidememiştir.

Türk Milleti’nin yaşayışında dinin önemi, dinin kendi öneminden ya da ululuğundan gelmemiştir.  Dünyada hiçbir ulus dinine kendi ulusal/ millî ögelerini ve millî bakışını Türkler kadar çok ve belirgin yerleştirmemiştir. Kısacası İslâm Türk’ü ne yüceltmiş ne de onu zenginleştirmiştir. İslâm ancak Türklerle karşılaştıktan sonra insanî ve müşfik bir öze sahip olabilmiştir. İslâm, ancak Türk’ün ona verdiği anlam kadar yücelebilmiştir.

Oysa “Türk Milliyetçiliği” denen siyasal bakış,  Türk’ü, İslâm’ın “altına “yerleştirerek İslâm’ı, Türk’ten büyük, Türk’ü aşan bir felsefi kategori olarak kabul etmiştir ki bunun  siyasal sonucu,  MHPli denen siyasal milliyetçilerin,  bugün en nihayetinde  siyasal ümmetçiliğin toplumsal cephanesi haline gelmesi olmuştur.

İşte “Türk Milliyetçisi” denen daha ziyade siyasal  bakışa sahip “ana kitle”,   dünyaya “derenin Arap yanından” bakmayı tercih eden kitledir

“Türk Milliyetçiliği”, dünyaya bölünmez bir Türk bakışıyla bakmanın, dini millete feda etmek olacağını sanan,  dünyaya dinle bakılmazsa cehennemde yanılacağını sanan, dünyaya Türk olarak değil de “Müslüman Türk” olarak bakarsak şerefli olunacağını sanan büyük bir kitlenin ve siyasi kadronun felsefi bir şaşılığından başka bir şey değildir.

“Türk Milliyetçiliğinin” yanlışlığı, bu terimi kullananların yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Yoksa Türk Milleti’ni, dünyadaki üç yüz milyona yakın nüfusuyla bölünmez bir bütün olarak görüp  dini öncelemeksizin, dini bir hayat ve siyaset tarzı olarak  kabul etmeksizin benimsemek “Türk Milliyetçiliği” teriminin gerçek içeriği olmalıdır.
 
Çözüm ancak Türk’e dönmektir. Türk’ün, dini aşan bir toplumsal gerçeklik olduğunu kavramak, işin başıdır.

Şu unutulmamalıdır ki “Türk”, dine feda edilebilecek basit bir toplumsal kimlik değildir.

Ve  yine unutulmamalıdır ki siyasetin nihai hedefi olan erk ediniminde, ancak bir ve yalnız bir  kimliğe yer vardır. Türk milliyetçileri denen kitle, o yere Türkle beraber İslâm’ın da oturabileceğini sanan bir kitledir ki bunun cezasını Türk Ulusu, Müslüman şeriatının kıyıcılığına maruz kalarak çekmektedir.  Umalım ki  Türk milliyetçiliği denen siyasal  tavrın temelindeki “Türk İslam Ülküsü” denen felsefi şaşılık ve  Arapça cennet fırsatçılığı, Türkiye’den Türk adının silinmesine sebep olmasın.









6 yorum:

Orhun dedi ki...

Kendine "Atatürkçü" demek nasıl ki "Türkçü" dememek için bir yol/bahane halini aldıysa, bundan çok çok daha vahim biçimde "Türk Milliyetçiliği" kavramı Türkçülüğü ve Türk Ulusunu yok edişe götürenlere yol veriyor, bahane ve hatta destek oluyor.

Çok net ve direkt olmuş.
Aklınıza sağlık, saygılar selamlar.

NOT: Yukarıdakinden bağımsız; dilin aşılamaması ve küreselleşmeden sözde ilham bir zamanların "dünya vatandaşlığı" kavramını bağlasak? Eski modası kalmadı belki ama her an geri dönmeyi bekleyen bir konu gibi duruyor. Eski yazılarda varsa da hafızamda kalmadı.

Afşar Çelik dedi ki...

Orhun Bey, yazıları satır satır okumanız ve yorumlamanız inanılmaz bir moral veriyor.

Aklınıza sağlık. Bir dahaki yazı için iyi bir ilham verdiniz, sağ olun.

Her zaman bekliyoruz, saygılar.

selcen dedi ki...

"Şu unutulmamalıdır ki “Türk”, dine feda edilebilecek basit bir toplumsal kimlik değildir." Öyle kolaylıkla feda ediliverdi ki sormayın gitsin.

Afşar Çelik dedi ki...

Selcen Hanım, maalesef haklısınız. Bunun yanı sıra şunu da hatırlamak gerekebilir. Türklük öyle bir büyüklük ki onu görmezden gelenler ancak kendilerini kandırmış olurlar.

Tavşanın dağa küsmesi misali.

Unknown dedi ki...

Yazıda siyasi ümmetçiler olarak tasvir edilen kitle Hüseyin Nihal ATSIZ bey tarafından en büyük tehditler arasında görülmüştür günümüzde oldukça fazla olan bu insanlar 3 mayıs TÜRKÇÜ bayramını bile kendilerine çevirmiş milliyetçiler günü olarak kutlamaktadırlar tamamen ülkülerini unutmuş yollarından sapmış makam mevki para uğruna çalışır birilerine yamanır hale gelmiş tirler.

Afşar Çelik dedi ki...

Emre Bey ,

Fakirhaneye hoşgeldiniz. Zaman ayırıp ayrıca yorum bıraktığınız için teşekkürler.

Türk İslam düşüncesi yarsı çürük olan bir düşüncedir. O çürük kısmı da ülkede zihinlere en zarar veren şey olmuştur.

Her zaman bekliyoruz. Lütfen fakirhaneyi boş bırakmayın.

Sağlıcakla.