2 Ağustos 2016 Salı

Sevgi Korku Ve Saygı

Yönetim Biçimlerinde Temel Yönelimler

Din hakkında konuşulduğunda,  iş  kesinlikle kul- Tanrı ilişkisine  bağlanır. Böyle de olmak zorundadır; çünkü dine mensubiyetin temeli Tanrı inancıdır.


Kul- Tanrı ilişkisinde “başlangıç” sevgidir.  Dinin “pazarlanmasında” en etkili  ve popüler duygu sevgidir.  Tanrı’nın kayıtsız ve şartsız merhamet sahibi bir yaratıcı  olduğu fikri en güçlü ümit kayağıdır.  Böylece bir “din profesyoneli”, insanlara,  kurtuluşun ve nihai mutluluğun  kesin yolunun,  kayıtsız ve şartsız sevginin kaynağına ulaşmak olduğunu kabul ettirir. Bu yanlış mıdır? Buraya kadar yanlışolan ir şey yoktur. Çünkü kayıtsız şartsız bir sevgi ve merhamet,  kendince hatalar yapan, zarar veren, pişmanlık duyan fakat bunlara rağmen sevebilen  ve sevilmek isteyen herkes için tartışılmaz bir hedeftir.

Kayıtsız, şartsız sevgi ve merhamet, sınırlı bir varlık  olan insan için  ulaşılabilecek en büyük ödüldür. Bu, ödül olmanın ötesinde “çabalamaksızın” mutlu olmanın tek yoludur.

Bu durum sevginin “doğallığından” kaynaklanır. Sevginin doğallığı, insanın kendi çabası olmaksızın annesinden ona gelmesi demektir.  İnsan sevgiyi “edinir”. Bir müddet sonra  edindiği bu duyguyu çocuğuna aktarır. Sevgi bu yüzden “varoluşsaldır” ve varoluşun temelidir. Sevgi, kendimiz dışındaki varlıklarla paylaşılan var olmak isteğidir. Bu varlıklar  diğer bireyler olduğu kadar  doğanın parçalarıdır da aynı zamanda.

Edinilen bir başka “doğal” duygu da korkudur. Peki korkunun kaynağı nedir? Korkunun kaynağı “yok oluştur”, varlığın tehlikeye düşmesidir. Varoluşun ritmine ve akışına uymayan her olay, insanda korku uyandırır. Çünkü varoluşun algılanan ritmi dışında gelişen şeylerin “sınırlarımızı” aştığını görürüz. Sınırlarımızı aşan şeyin var oluşumuzla bağdaşmadığı sezgisi bizi “korkutur”. İnsan olarak algı sınırlarımız içindeki şeyleri anlamlandırarak var olduğumuz  ve algı sınırlarımız dışında kalan şeyleri de algı sınırlarımız içindeki  göstergelere tercüme ederek var olabildiğimiz için “gücümüzü aşan” yani “bilemediğimiz” şey bizi korkutur.

Bu durumda Tanrı’yı sevmeli miyiz  yoksa ondan korkmalı mıyız?

Dine mensubiyetin “reklam aşamasından” hemen sonra bir “ Tanrı korkusu” vaazı başlar.

İşlerin başında, herkesi istisnasız seven  ve   affeden  Tanrı, bir anda cezalandırıcı, kahredici bir hükümran haline gelir.  İş artık Tanrı’nın “öz niteliklerini” aşmıştır. Bundan sonra o, “insanlaştırılmış bir hükümran”  olmuştur.

“Tanrı’nın her şeyi bildiği ve gördüğü” vurgusu da bu aşamada yapılır. Bu sefer insan her şeye “muktedir” bir hükümranla karşı karşıya bırakılır.

Koşulsuz sevgisine doğru koşulan yaratıcı bu kez korkusundan gizlenmek isteyeceğiniz ama bunu asla başaramayacağınız bir hükümdar olmuştur.

Peki ama bir insanın davranışlarında hangi duygu egemen olacaktır?

Sevgi var olmak isteği olduğundan varoluşun mutlak kaynağıyla bütünleşilebileceğini bilmek insanı varoluşu sürdüren eylemlere yöneltecektir. Böylece “yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” var oluşu  koruyacak şeyleri yapmaya bizi yöneltir.

Korku, varoluşu tehdit eden şeylerden kaçınmak duygusudur. Özünde  bir uzaklaşmayı veya mücadeleyi içerir. Korkan hayvanlar ya kaçar ya da savaşır yani tehdidi yok etmeye çalışır.

Tanrının hem sevilip hem de ondan korkulacağını söyleyenler insan aklını sakatlarlar. Çünkü insan  yaklaşmak istediği varlıktan aynı zamanda kaçamaz ya da onu yok etmeye çalışamaz.

Tanrı korkusundan bahsedenlerin aslında habersiz oldukları bir başka duygu vardır ki o da “saygıdır”.

Saygı sadece insanda var olan bir duygudur ve “doğal” ya da kendiliğinden değildir. Saygı, türetilmiş bir duygudur. Saygı bir “zararsızlık mesafesi geliştirme duygusudur”. Zararsızlık geliştirme  duygusunun  yarattığı kurumun adı da “Ahlâktır”. Var oluşun kırılganlığının bilincine vararak ulaşılan “ Zarar vermemek iradesine”, AHLÂK denir.

Bu açıdan varoluşa yönelen ve onu koruyan ilgisiyle saygı,  sevgiyle ilgili gelişen bir duygudur. Bu yüzdendir ki  korkuya dayalı korunan mesafeyle hiçbir ilgisi yoktur. Korku o kadar karanlık bir kaçınma durumudur ki onun karanlığında “saygının” renkleri ayırt edilemez.

Dünyadaki bütün zorba liderler ve rejimler sevgi, saygı ve korku üzerinde Tanrısal bir irade kurmak yöntemini benimser. Bu yüzden bu varoluşsal duygularımızın Tanrı’ya yönelme şekilleri  birey-iktidar ilişkilerini incelemek açısından önem arz eder.

Sevgiyi benimsemiş toplumlarda iktidarların muhtemel tutumlarıyla, korkuya dayalı toplumların iktidarlarının tutumları arasındaki fark demokrasi ile diktatörlük arasındaki farktır.

Çünkü iktidarın barışçı şekilde el değiştirmesi  olarak tanımlanabilecek demokrasi ancak varoluşu korumayı isteyen saygı duygusuyla ayakta kalabilir.

Bir diktatörlük ise sonsuz dek korunmak istenen bir hükümranlık rejimidir. Bir diktatörlük için egemenliğin “ne pahasına olursa olsun” sürdürülmesi amacı, varoluşun korunmasına dair bütün kaygıların ve saygı duygusunun ötesindedir.

Burada dinden bahsedilmesinin sebebi, dinin, kul- tanrı ilişkisindeki emredici ve düzenleyici-aracı  varlığının önemine dikkat çekmektir. Çünkü dinsiz bir iktidar ve iktidarsız bir din olamaz.

Görünen odur ki sevgi, korku ve saygı üzerinde etraflıca düşünmeden varoluşu sürdürebilecek ve adil davranabilecek bir toplumsal düzen kurmak zordur.









5 yorum:

selcen dedi ki...

Bu durumda Tanrı’yı sevmeli miyiz yoksa ondan korkmalı mıyız?

Dine mensubiyetin “reklam aşamasından” hemen sonra bir “ Tanrı korkusu” vaazı başlar.

İşlerin başında, herkesi istisnasız seven ve affeden Tanrı, bir anda cezalandırıcı, kahredici bir hükümran haline gelir. İş artık Tanrı’nın “öz niteliklerini” aşmıştır. Bundan sonra o, “insanlaştırılmış bir hükümran” olmuştur.Bu cümleler gerçeği olduğu gibi yansıtıyor.Kaleminize sağlık.

veli dedi ki...

Kazana uzun bir aradan sonra yeniden düştüm abi. Güzel bir konuyla karşıladı beni. Sevgi saygı ve korku bağlamında din ve tanrı üzerine kafa yormuşluğum çoktur. Kendimce vardığım yer tanrıdan korkmak mı istenen asıl yoksa kendince tanrılaşanlardan korkmamızın istenmesi midir? Tarih boyunca hükümran elitler kendilerini tanrıya denk görmüş ve tebaya zulm ile hükmederek bir korku yaratmışlardır. Bu durum kahraman ecdat dediğimiz Osmanlıda bile böyledir. Kendilerine açıkça tanrı diyemeyen padişahlar zillullahi fil arz (Tanrının yeryüzündeki gölgesi) gibi bir kavramı kullanmışlardır. Insanoğlunun genetik kollarına kadar işlenmiş olan "üstün olandan" korkmak hükümran elite "tanrı" gözüyle bakılmasını da beraberinde getirmiştir. Bu ıslam içine "hakimiyet yalnız allahındır ve hükümdar odur. O halde korkulması gereken tanrıdır" şeklinde girmiştir. Soru ise ınsanoğlunu yaratan tanrı sevilmek mi ister yoksa kendisinden korkulmasını mı?
Bence ınsan tanrıyı sevmeli ve onu incitmekten korkmalıdır. Incitmekten korkmak ise saygı dediğimiz kavram olsa gerek.

Afşar Çelik dedi ki...

Veli Baba, hoş geldin safalar getirdin.

Dükkânı bu kadar boş bıraktığın için kafanı kırmak gerekiyor ama o zaman da düşünen az sayıdaki insanlardan birini kaybederiz. Neyse usulüne uygun bir dayak atarız artık ilk görüştüğümüzde.

Şu cümlelerin yirmi iki yıldır aklımda olan cümlelerdir, onları senden işitmenin beni ne kadar sevindirdiğini sana anlatamam: "Bence ınsan tanrıyı sevmeli ve onu incitmekten korkmalıdır. Incitmekten korkmak ise saygı dediğimiz kavram olsa gerek." Aklına , ağzına sağlık! Muhteşem!

Tanrı bize neden ümit verir? Tanrı bizim bilgisizliklerimizden uzak olduğuna göre ettiğimiz her haltı önceden bilmektedir. Bu durumda da bizim bir çocuğa gösterdiğimiz hoşgörü ve merhametin herhalde bir kaç milyon katını bize gösterecektir.

Bunu başlı başına bir " değer" olarak görenleri asla geri çevirmeyecektir. Çünkü ona duyulan sevgi diğer bütün sevgilerin kaynağı ve mayasıdır. Yaratılana duyulan sevgi Tanrı'dan gelen sevgi ile mayalanır ve kabarır.

Tanrı'nın "sevmeyebileceği" insanlar, sanırım, onun sevgi özünü hiç düşünmeksizin, onu, kendi iktidarlarının ortağı yapabileceklerini sanan ve kötülüklerini onunla aklamaya çalışanlardır.( Ki bunlar günümüzün şeriatçılarıdır).

Yazıyı okuduğun ve dahi yorumladığın için teşekkürler. Dükkânı boş bırakma! Arada çıkmam gerekiyor, tezgâhı boş bırakılmaz!

De hadi kal sağlıcakla!

Unknown dedi ki...

""Dine mensubiyetin “reklam aşamasından” hemen sonra bir “ Tanrı korkusu” vaazı başlar.""

Evet bu "vaaz" kısmında böyle olur hep...
O vaaz edene sordum "emir ve yasaklar var" dimi?
"evet"
ben okuduğum da genel de "yasaklar" var ve bu yasaklar "tek-öznel şey için geçerli"(mesela "şu ağaçtan yeme" yani diğer tüm ağaçlar serbest!) ancak senin vaazında hep "şunu yapma, şunu da yapma, şunu şunu yap!
Bana tuhaf geldi de!
Vaaz veren : kem küm
Anladım ben onu....

Afşar Çelik dedi ki...

Değerli Alptunga,
Hoşgeldiniz.

"Vaizleri anlamak, tembelin huzurunu bitirir." desek acaba uygun olur muydu? Elbette size tembel demiyorum.

Ama görünen o ki din , bir "sonsuz huzur otomatı" olarak çalışmıyor.

Her zaman bekliyoruz.

Saygılar.