Bugün AKP il yönetimine yakın bir
ahbabımla konuştuk. Savaş tehlikesinden duyduğu endişeyi dile getirdi.
Sonra Rusya’nın uzun vadeli
plânları olduğunu ama bizim böyle plânlarımız olmadığını söyledi.
Sorun şu ki başta kimin olduğunu
anlamıyor ya da fark edemiyordu.
O sadece tuttuğu partinin kazanmasını istiyordu ama
kazanan partinin ne yaptığını bilmiyordu. İş bürokrat atamalarına, kanun
çıkarmaya, şeriatı günlük hayata egemen kılmaya gelince sevgili ahbabım kendisini ve partisini
muktedir görüyor ve mutlu oluyordu.
Oysa Rusya’nın veya Kürt
teröristlerin yaptığı hiçbir şeye söz geçiremiyordu ve bu ona tuhaf geliyordu.
Bu sapkın ve çarpık bir bilincin tezahürü…
Sapkınlığı yaşadığı yakın çevreyi dine dayalı olarak
değiştirme tutkusundan geliyor. Din adına
bir iş yapmayı Tanrı adına yapmak ve dolayısıyla Tanrısal bir
sorumsuzluğa sahip olarak görüyorlar. Bu sapkınlık holografik bir yapıyla rol modeli olan en büyük siyasetçi kimse
ondan bütün siyasi birimlere, zerrelere yansıyor.
Çarpıklık, dünyayı kendi kapalı çevresinden ibaret sanmasından
kaynaklanıyor. AKPliler, aslında kapısı açık bir kafesin içinde kalıp da esir
olduğunu sanan bir canlı gibi davranıyorlar. “Kapı açık çıksana!” dendiğinde,
“Dışarıda ne var ki? Dışarısı diye bir şey var mı?” diye soruyorlar sanki…
Neden böyle? Çünkü kendi kapalı toplumsal yapılarını, dinin
dogmalarıyla koruyabileceklerini sanıyorlar. Dinin durmadan ve durmadan artan
ayrıntılı tutuculuğuyla kendi kafalarındaki kafesin duvarlarını kalınlaştırıp,
parmaklıklarını güçlendiriyorlar.
Ve bu kendi içine kapalı yapının
dünyadaki insanlıktan kopmasına ve uluslararası ilişkilerdeki tehditleri
algılayamamasına yol açıyor. Bir grup köylü ya da gecekondulu dinci, kendi
zafer tutkuları için bütün bir milleti
ateşe atabiliyor. Çünkü kendi kafeslerinin dışında yaşayan gerçek
insanları algılayamıyorlar.
Türk Milleti’nin hayatını elinde
tutan bir avuç dinci fanatiğin bize
ettiği kötülüğün küçük röntgeni sanırım bu….
6 yorum:
Geçenlerde bir arkadaş Fethullah Gülen ve Tayyip' in çekişmesinden söz edilirken; " onların arası mı bozuk ya, iyi anlaşamıyorlar heralde bu aralar ? " dedi. Dediğin dinci kitle mensubu kendisi.
Dış politikayı bırak, evinin çatısı başına geçse haberi olmayacak adamın. Acaba böyle kafayı kuma gömerek mutluluklarını kaybetmek istemiyor olabilirler mi? Din dediğimiz kurumların görevi de "yapay mutluluk ve huzur " morfinini insanlara aşılayarak onları uyuşturmak olabilir mi acaba?
Ve bu kendi içine kapalı yapının dünyadaki insanlıktan kopmasına ve uluslararası ilişkilerdeki tehditleri algılayamamasına yol açıyor. Bir grup köylü ya da gecekondulu dinci, kendi zafer tutkuları için bütün bir milleti ateşe atabiliyor. Çünkü kendi kafeslerinin dışında yaşayan gerçek insanları algılayamıyorlar.
Evet canım, din denen kurumun görevi, insanın kendi mutluluğunu aramak sorumluluğunu onun üzerinden almaktır. İnsan soyunun gerzek çoğunluğu ise sorumsuz bir yetki olabileceğini sanarak sorumluluğuyla beraber özgürlüğünü de dine devreder.
Yorumlarındaki yetkinlik, okuduklarınla hayatı nasıl bağdaştırdığını, açıkladığını gösteriyor. Bunda azıcık bile payım varsa ne mutlu bana! Yaşa var ol!
Selcen Hanım,
Bakıyorum, yazıyı beğenmişsiniz ki "Başka söze hacet yok!" anlamında bir alıntı yapmışsınız. Bu iltifatınız için müteşekkiriz.
Saygılar.
Elimden geldiğince ufak ufak kurcalamaya çalışıyorum meseleleri.
"Azıcık bile payım varsa" ne demek Afşar Abi, beni yorumda bahsettiğim odunluktan çıkarıp; okuma, öğrenme, kurcalama alışkanlığına yönelten kişi bizzat sensin.
Tüm Çelik ailesine anlatamayacağım derecede minnettarım, sonsuz teşekküler.
Yeliz Can,
Bu iltifat benim boyumu aşar. Eksik olma. Kendi başına okumanın, öğrenmenin ve yorumlamanın zevki bizde "Ben demek şeytana mahsustur!" sözüyle daha en baştan engellendiği ve ayrıca bu bakış da "Hoca" otoritesiyle desteklendiği içindir ki birazcık okumuş Türk çocukları, kendilerini saygın hissedebilmek için mutlaka bir "hocalık" yoluna girmek ihtiyacını hisseder. Yani bütün mesele "hoca" loncasına dahil olabilmektir.
Buraya nereden geldik? Son denemenin etkisinde kaldım zahir? Özür... :) Neyse...Bilginin ham haliyle bir işe yaramadığını, diğer bilgilerle ilişkilendirilmesi gerektiği ve dahası hangi kapsam ve bağlam içinde ele alınması gerektiği düşünülmezse ne yaratıcı sorular sorulabilir ne de yaratıcı cevaplar verilebilir. Çok ukalalık ettim kusura bakma, kaptırdım galiba :)
Çok teşekkürler, sevgiler.
Yorum Gönder