31 Ocak 2009 Cumartesi

Türkiye’de Solun Aktüel Çoğunluğu ve Yaşanılan İdeolojik Çelişki

Sol felsefenin, liberalizmin korunmaları için âzâmî özen gösterdiği değer ve normlarla taban tabana zıt düştüğü aşikâr.
Hayatlarımıza, sahip olduğumuz felsefelerin yön verdiği de nerdeyse bunun kadar aşikâr, aksi takdirde ahlâkî bütünlüğümüzü ve huzurumuzu kaybederdik.
Peki Türkiye’de sol görüşlü insanlar gerçekten mülkiyet düşmanı, temel hakları küçümseyen, temsili demokrasiyi aşağılayan, sınırlı devleti tehlike addeden , aslında hayatın her anına ve alanına devletin komuta etmesini isteyen otoriter insanlar mı?
Aslına bakılırsa Türkiye’de sol camianın büyük çoğunluğu solun tabiatının gerçekte ne olduğunun farkında olmayan insanlardan oluşuyor.
Bu çok iddialı bir tespit gibi görülebilir ama hayatın gerçeklerine bakıldığında rahatlıkla ortaya konabilir.
Mesela “ sosyal adalet” taraftarı bir solcuya hırsızlığın suç sayılıp sayılmaması gerektiği sorulsa büyük ihtimalle “ duruma göre” diye cevap verir ve mesela ekmek çalan çocuğa şefkat nazarıyla bakacağın ifade eder. Aynı bakışa sığınarak kendisinin hırsızlık yapıp yapmayacağını sorsanız herhalde buna sert bir dille “Hayır” diye cevap verir.
Veya mesela ’68 kuşağının şiddet eylemlerini bir tür efsane olarak kabul ederken kendi eline silah verildiği takdirde aynı kolaylıkla adam öldürüp öldüremeyeceğini sorsanız sanırım en azından tereddüt yaşar.
Türkiye’de sol camia iyi sonuçları herkesten fazla arzular ama bu sonuçlara nasıl ulaşılması gerektiğini maalesef kesin inançları yüzünden etüt etmez.
Bunun sebebi de sırf materyalist olduğu iddia edildiği için ( ki kendisi aslında dibine kadar metafiziktir) Marx’ın analizlerinin her şeye yeter bir amentü kabul edilmesidir. Oysa herhangi bir solcuya ezberden saydığı bazı argümanların gerçekten bir anlam ifade edip etmediğini, bu argümanların insan davranışlarını açıklamakta yeterli olup olmadığını, aksiyomatik olup olmadıklarını vs sakince sorsak genellikle bocalar. Vereceği cevap da Marx’ın öyle kolay anlaşılamayacağı olacaktır. Anlaşılması bu kadar zor olan bir paradigmanın hayata nasıl geçirileceği sorusu ise zaten muhatabınız için fazlasıyla sıkıcıdır.
Türkiye’de herhangi bir solcu için solcu olmanın en başta gelen anlamı sorgulayıcı,muhalif ve haklıdan yana olmaktır. Bu açıdan solculuk Türkiye’de felsefi dayanaktan ziyade duygusal/ romantik tepkilere dayanmaktadır.
Bunun bir örneği, Popper’ın “Açık Toplum Ve Düşmanları’nda” yerle bir ettiği “ilericilik” fikrininTürk solunda genellikle ancak maddi gelişmeye yönelik faydacılık şeklinde algılanmasıdır. Bu açıdan mesela çocuklarının ahlakı hakkında gayet dikkatli ve titiz olan bir solcu için mesela halk sağlığını bozan yanlış gelenekler “ilerlemenin” düşmanıdır. SanırımTürkiye’de sol camianın büyük çoğunluğu kendi çocuklarının “ileri” ülkelerdekine benzer bir cinsel hayat tarzı yaşamasına en azından soğuk bakar? Buna mukabil içki içmeyi biricik ilericilik belirtisi sayar.
Türkiye’de solun temel çelişkisi normatif ahlâka sıkı sıkıya bağlı olmayı bir gurur vesilesi sayarken bununla çelişen uygulamaları arzulamasındadır.
Mesela Türk solu sadece banka hortumlamalarına değil, arbitraj gibi işlemlere bile karşı çıkarken “adil gelir dağılımı” adına devletin mülkiyete tasallutunu savunur. Bir kısım siyasetçinin devlet eliyle mülkiyet gaspını arzuladığını düşünüyorum. Ama bahsettiğimiz solcu çoğunluk için bu mülkiyet gaspı “iyi niyetli” bir dağıtım gibi görünmektedir.Ne yazık ki solun aktüel çoğunluğu sahip olduğu normatif ahlak ilkelerini bu noktaya kadar yürütememektedir.
Türkiye’de fikir hürriyetini savunmayan tek solcuya bile rastlayamazken ülke için öngördükleri rejimlerin cari olduğu ülkelerdeki baskı ve zulümler sahip olunan kesin inancın rasyonelleştirme mekanizmasıyla ya görmezden gelinmekte veya aklanabilmektedir.Sıradan bir solcu için komşusunun fikirlerini silah ile engellemek seçeneği sanırım son derece ürkütücüdür. Oysa oy verdiği siyasi örgütlerin, bunu , ideolojinin doğal gereği saydıklarına onu inandırmanız son derece zor olacaktır.
Oysa hepsi iyi arabalara binmeyi,tasarruf etmeyi, yatırım yapmayı, çocuklarına birer ev bırakabilmeyi arzulamaktadır. Ama Marx’ın kendisinden kaynaklanan o fikri sığlığı tevarüs etmelerinden dolayı bu sonuçlara ulaşmayı sağlayan yegâne yolun piyasa ortamı olduğunu maalesef idrak edememektedirler.
Yenilerde piyasanın varlığının şart olduğuna dair bir sezgi gelişmekle beraber sol camia piyasanın sürdürülebilmesi için gereken özgürlük ve hukuk mantığının, felsefesinin gene maalesef uzağındadır. Honda’ya binmekten hoşlanan ama yerli sanayi korumak isteyen, işsizliğe karşı duran ama istihdam maliyetlerinin yükselmesinin sebeplerini analiz edemeyen, ev sahibi olmak için devletin ucuz kredi sağlamasından hoşlanan ama yasaklanmasından yana olduğu ithalat yüzünden pahalanan çimento için yerli üreticiyi suçlayan solun en büyük eksikliği bunu yapabilmek için en başta Marksist hurafeleri bir yana bırakmasının gerekmesidir ki “anlaşılmazlık” büyüsü ve zırhı içinde kalplerin bütün romantizmini dolu dizgin koşturan bir ideolojinin, hayatı açıklamakta,insana yaklaşamamakta olduğunun anlaşılması o ideolojinin mensupları için hayatın anlamının kalmaması demektir.
Türk solu, bir avuç siyasi fırsatçı ve manipülatörün dümen suyunda çalkalanan fevkalâde iyi niyetli ve romantik fakat bir o kadar – büyük bir iddia gibi görünmesine rağmen- bilgisiz kendi içinde bir aktüel çoğunluğa sahip. Ticarette son derece ahlâklı, kârın gerekliliğinin farkında, başkasının hakkına( mülkiyetine) karşı son derece saygılı, yani aslında Marxizmin, proleter diktası için engel kabul ettiği normatif “burjuva” ahlâkına bağlı,buna mukabil, sosyalizmi hümanist bulan pek çok solcunun varlığı başka türlü nasıl izah edilebilir?
Türkiye’de sol siyasetin güdüklüğünün en büyük sebebi de zaten hayata denk düşmemesi, hayatın gerçeklerini Marksist hurafelerin miyopluğu ile ıskalamasındandır.
Türkiye’de solun aktüel çoğunluğunun “proleter diktası için her türlü ahlaki kısıtlamayı yıkabilecek, şiddet düşkünü fanatikler” olmaması sol için büyük bir şanstır. Ne yazık ki ülkemizde sol siyaset, taraftarlarının romantizmini kâh kaşıyıp kâh okşayarak yönlendirmek dışında herhangi entelektüel bir içerik ve kaygı taşımadığından ne problemlere çözüm üretebilmekte ne de halkın aklına ve gönlüne yaklaşabilmektedir.


Hiç yorum yok: