17 Ocak 2009 Cumartesi

Liberalizm Kimin İçin?


İnsan doğasına yakınlığı ve varoluşa gösterdiği eşsiz saygı ile liberalizmin, doktriner/ kurucu ideolojilerden fersah fersah ileri olduğundan şüphe yoktur.
Renk, dil, din ayrımı yapmaksızın bütün insanların varoluş temellerini ilgilendiren gerçekten evrensel ilkelerle uğraşan belki de tek ideoloji liberalizmdir.
İşte bu yüzden, yarım yamalak dahi hayata geçirildiği yerlerde, refahı derhal arttırmakta, hürriyet duygusunu güçlendirmektedir.
Liberalizmin hayata geçirilmesinde iki büyük engel vardır: Bunlardan birisi kollektizm/alturizm yapışık ikizlerinin vicdanlarımız üzerindeki tasallutu, diğeri, devletlerin güç kullanma yetkilerini sürekli istismar etmesinin önünü bir türlü alınamamasıdır.
Ama bu iki genel ve görünür engelden başka bir engel vardır ki o da toplumu bir bütün halinde gören ve akut müdahalelerle köklü değişiklikler elde etmeyi hedefleyen zihniyetin, toplumun evrimine ilişkin kistleşmiş veya kemikleşmiş basiretsizliğidir. Bu zihniyetin pratikteki sonucu, “iyi niyetlerin” veya “ kolektif amaçların” “doğru sonuçları” doğuracağı yanılgısıdır.
Sosyalistleri, milliyetçileri, ideolojik dindarları birbirine bağlayan ortak fikir budur.
Liberallerle diğer bütün kolektivistler arasındaki bu zıtlık maalesef bazı gerçeklerin üstünü örtmektedir ki üstü örtülen gerçek, her iki kampın bakışındaki ortak kör noktayı oluşturmaktadır.
“Önerilen” bütün ideolojiler, birer değişim reçetesi sunmaktadır. Bu noktada herkes hemfikirdir.
Mesele şu ki, liberalizm dışındaki ideolojilerin toptancı bakışına karşı liberallerin cevabı da gerçekliği neredeyse aynı ölçüde ıskalayabilmektedir.
İdeolojiler, insan toplumu üzerindeki değişim önerileridir. Her biri bir toplumu muhatap kabul eder.
Sözgelimi evrensel olduğu iddiasıyla ortaya çıkan sosyalizm dahi en azından kafasındaki belli bir kesimi yani işçileri muhatap kabul eder. Birbirleriyle ortak değerleri paylaşan toplumsal yapılar, ideolojilerin hedefi veya muhatabıdır. Milliyetçilik, alışık olduğumuz anlamdaki siyasi milliyetçilik, kendine göre ortak değerleri paylaşan ve millet olarak adlandırdığı kitleyi, ideolojik dindarlık ortak din kabulünü esas alır.
Liberalizmde ise iktisadi anlamda praksiyolojik temeller ve hukuk alanında toplumsal düzenin gereği olan adil davranış kurallarına ve temel hakların evrenselliğine duyulan ortak inanç esas alınır.
Liberalizm bu açıdan gerçekten “evrensel” sayılabilecek herhalde tek ideolojidir.
Sorun, “reçetelerin” sunulması esnasında baş gösterir.
Sunduğunuz ideolojinin evrensel olup olmaması, onu sonuçta bir adı, ortak kimliği paylaşan herhangi bir insan toplumuna sunulacağı gerçeğini ortadan kaldıramaz. Her şeyden önce o ideolojinin, sunulacağı toplumun diline tercüme edilmesi gerekiyorsa, ideolojinin evrenselliğini öne sürerek, sunulacak toplumu yok sayamazsınız.
Ülkemiz liberallerinin haklı hümanist endişelerinin kör noktası işte burasıdır. Liberal değerlerin veya temel haklara duyulan saygının, her türlü kolektif histeriden, kolektif öfkeden, kolektif kinden üstün tutulması gerekliliği gün gibi aşikârdır. Çünkü temel haklara saygı temeli üzerinde yükselen bir ideoloji için öncelikli ve vazgeçilmez hedef insan ferdinin varoluşunun, her türlü kolektiviteye ve bilhassa devlet zoruna karşı sürekli ve özenli şekilde teminat altına alınmasıdır.
Meselâ milliyetçilikte, veya daha doğrusu alışageldiğimiz siyasî milliyetçilikte, milletin, ferdi aşkın bir kolektif mega fert gibi kabul edilmesi tutumu şüphesiz kendisine karşı mesafeli durulması gereken bir tutumsa da bu duruş, milletin bir toplumsal gerçeklik olmasını değiştiremez.
Liberal camiadaki iki yanlışlık, liberalizmin ülkemizde “tutunmasını” ciddi şekilde engellemektedir.
Bunlardan birincisi, mesela milliyetçiliğin, kolektivizme kapı açan millet anlayışını, liberal değerlere göre yeniden tanımlanması gereğini, millet kavramını tamamen bir kurmaca olarak kabul edip görmezden gelmek…
İkincisi, hümanizmin, enternasyonalist bir odaksızlaşmayı gerekli kıldığını sanmaktır.
Millet gibi bir toplumsal gerçekliği, devletin eseri kabul etmek, liberalizmin “kendiliğindenci”, evrimci toplumsal düzen argümanını çöpe atmak gibidir. Millet gerçekliğini tanımak, onu irade sahibi bir mega fert olarak kabul etmek demek değildir! Milletin, insan davranışlarının bir sonucu olan ama insan tasarımının eseri olmayan bir kendiliğinden yapılanma olduğunu kabul ettiğimizde hem gelenekleri, dili, kültürü ile bir şekilde ad kazanmış bir toplumsal oluşumu, yani yaşayan, evrimleşen bir oluşumu kabul etmiş oluruz hem de bu oluşumun tedrici şekilde düzeltilebilmesi için gereken davranış kuralları kaynaklarına inebilmek şansını elde ederiz.
Demek ki siyasi milliyetçiliğin mega fertçi millet kabulünün panzehiri, milletin olmadığını veya tamamen uydurma olduğunu söylemek değil, milletin hukukun kaynaklarına göre yeniden tanımlanmasına ve milletin yaşadığı toplumsal düzenin düzeltilmesine çalışmaktır. Oysa ülkemizde liberaller genelde birinci yolu yani toptan inkâr yolunu seçerek, insanlık dışı saydıkları siyasi milliyetçilikle ahlakî bir uzlaşmazlığın duvarlarını örmektedirler. Eğer bir millet gerçekliği varsa yapılması gereken şey, bu gerçekliğin, kolektivist/altruist ideolojilerle tanımlanmasına izin vermek, göz yummak değildir.
Milleti kökten uydurma bir kavram olarak kabul eden genel liberal eğilim bu noktada realite karşısında “abzürd” duruma düşmekte ve tamamen hayali bir söylem muamelesi görmektedir. Elbette doğruya bağlılık, hiç kimseye yaranmamak anlamına gelir ama bu, gerçekliği kendi doğrumuz adına külliyen reddetmek lüksünü bize vermez. Yok saydığımız toplumsal oluşumların mensuplarına hitap etmek en baştan batıl bir iştir. Çünkü insanlar dünya üzerinde kendileri seçmese dahi belli toplumsal değer paylaşımlarının onlara verdiği, doğuştan gelen kimliklerle var olurlar. Bunun uydurma olduğun söylediğimizde, buna göre yaşayan insanlar için asıl biz uydurma halini alırız.
Bu birinci soruna bağlı olarak ülkemizde genel liberal eğilim, liberal ilkelerin evrensel olmasına dayanarak, herhangi bir ortak kimliğin reddinin bu evrenselciliğin gereği olarak kabul ediyor veya öyle bir görünüm arz ediyor. Ama maalesef gerçek burada da ayaklarımızdan tutup bizi yer kabuğuna doğru çekiyor.

Çünkü kendi ailemizin elektrik ve su faturalarına verdiğimiz önemi komşumuzunkine vermiyoruz. Bundan daha doğal bir şey olabilir mi? Çünkü kaynaklarımızın ve yeteneğimizin sınırlı doğası bizim için kendi evimizin öncelikli olmasını gerektiriyor. Enerji tasarrufunun herkes için iyi olması fikri yerine bizim elektrik giderlerimizi düşürerek, daha başka ve zevkli işlere para harcamamızı mümkün kılmasından dolayı lüzumsuz lambaları kapatıyoruz. Yaptığımız işin kümülatif tasarruftaki yerini düşünmek yerine öncelikle bize faydasını hesaplıyoruz.
Burada bizi yönlendiren şey, “kaçınılmaz öncelikler sorunu” diyebileceğimiz bir talep endeksidir.
İnsan öncelikle kendisi ve ailesi için gerekli olanın peşine düşer. Bundan dolayı da bir faydayı bu önceliğe göre tartar. Kendisi ve ailesi için durumu daha iyiye değiştirmekte etkisiz olacağını düşündüğü şey için enerji harcamaz.
İşte bu yüzden ideolojiler ne kadar “evrensel” olurlarsa olsunlar her bir toplumda, fertlerin talep endeksinde yer bulabilmek mecburiyetiyle karşı karşıyadırlar.
Bir İsveçli için Marx’ın “evrensel doğruları”, ancak kendisinin ve ailesinin refahına yapacağı olumlu etki kadar geçerlidir. Ona söylenenlerin bütün insanlık için iyi olacağını ne kadar söylerseniz söyleyelim, fayda ancak onun hayatında anlamlıdır.
Bu kaçınılmaz öncelik sorunu, ideoloji pazarlamacılarının kör noktasıdır. Normatif ve deontolojik bir ahlak anlayışıyla, yalnız ve ancak hakikate bağlı kalmayı gözeten ve bu yüzden “yalan” sayılabilecek herhangi bir sözde ikna metoduna asla tevessül etmeyecek bir liberal için bu “eyyamcılık” yapmak demek değildir.
Ama, içinde yaşanan toplumun sorunlarına, o toplumu kabul ederek yaklaşmak mecburiyetidir. Bu toplum, bir millet seviyesinde de olabilir bir kabile seviyesinde de…
Önerdiğimiz “iyileşmenin” kimin iyileşmesi olduğunu net bir şekilde ifade etmiyorsak, hastalığın var olduğunu söyleyen ama hastanın kim olduğunu söylemeyi “ayrımcılık” sayan bir doktorun durumuna düşeriz.
İşte bu yüzden Türk liberalleri, çözümlerinin muhatabının kim olduğunu, çözümü kime, kimin için önerdiklerini netleştirmelidirler. Yegâne yöntemi ikna olan bir ideolojinin savunucularının hayali fertleri ikna etmek tavrı, gerçek fertlerce ancak gülünç bulunabilir. Bundan dolayı Türk liberalleri hangi toplumun entelektüelleri olduklarını daha objektif ve mütevazi bir şekilde belirlemeli ve gerçekliğin kolektivist/altruist hurafelere şekillendirilmesini engellemelidirler.


Hiç yorum yok: