Yapay zekâya sordum, bana dünyadaki ilaç-eczacılık
yatırımları ile ilgili şu özeti sundu:
“Dünya genelinde ilaç–eczacılık sektörü tek başına yılda
yaklaşık 200 milyar USD, yani tüm sektörlerin Ar-Ge bütçesinin %8–10’unu
kapsayan devasa bir yatırım yapıyor. Eğer gelirlerinin %30’una denk gelen
veriler de dikkate alınırsa, bu rakam yıllık 200–270 milyar avro/dolar bandına çıkmaktadır. Bu da
global inovasyon ve sağlık alanına yapılan en büyük katkılardan biri anlamına
geliyor.”*
Türkiye-Dünya karşılaştırmasında ise karşımıza şu rakamlar
çıkıyor:
oplam Ar‑Ge Harcaması (2023) |
377,5 milyar TL (~16,1 milyar USD); %65 özel sektörde |
İlaç Ar‑Ge (klinik araştırma) |
~120–140 milyon USD/yıl AİFD üyeleri tarafından |
Ar‑Ge Merkezi & Personel |
42 merkez, 1 450 kişi |
Firma Bazlı Harcama Oranı |
Örnek: Abdi İbrahim %5–5,7 ciro; World Medicine 120 milyon
TL |
Karşılaştırma |
Global ~200 milyar USD; Türkiye çok daha düşük ama artan
altyapı |
Zayıf Noktalar |
Yeni molekül geliştirme sınırlı; klinik araştırma
kapasitesi düşük |
Türkiye genelinde ilaç AR-Ge merkezlerine çalışan topu topu
1450 kişinin kaçının eczazcı olduğu bilinmiyor.
Peki Türkiye’de toplam kaç eczane eczacısı var ve her yıl eczacılık
fakülteleri kaç mezun veriyor?
Türkiye’de 32000-40000 bandında eczane eczacısı var. 8000 eczacı
kamuda istihdam ediliyor ve her yıl 2000 yeni eczacı mesleğe atılıyor.
Peki bu durumu nasıl yorumlamamız gerekiyor?
Türkiye’de ilâç temininde devlet bir tekel.
Bu tekel sadece hastaya ilâç temine etmekle sınırlı kalmıyor.
İlâcın fiyatlandırmasına ve satılmasına kadar her konuda devlet yetkili.
Buraya kadar her şey “sosyal devletin” gereği gibi
görünüyor.
Amma ve lâkin durum hiç de öyle değil.
Çünkü devletin bu adeta Tanrısal yetkisinin “herkese bedava
ilâç dağıtma popülizmi” ile siyasetçe kullanılmasının devasa bir maliyeti
çıkıyor. Maliyetin devlet tarafı herkesin derhal dikkatini çekiyor ama hiç
kimsenin dikkat etmediği tarafı, eczacılar.
Devle fiyat ve iskonto emretmek ve keyfi kesintiler dışında hiçbir
şekilde el sürmediği ilâcın teminindeki maliyetin tamamını eczacıların üstüne
yıkıyor.
Eczacı, vergi, mevzuatına göre “bilanço esasına göre çalışan
birinci sınıf tacir” olarak görülüyor. Oysa ilâçta devletin patronajı, eczane
eczacısını, fiilen bir devlet memuru haline getiriyor.
“Bedava ilaç popülizmi” yukarıdaki AR-GE rakamlarıyla izah
etmeye çalıştığım son derece karmaşık bir iş olan ilâcın ve eczacılık
mesleğinin, hastaların ( ev maalesef biraz da doktorların) gözünde adeta “ikinci sınıf bir orta zekâlı ticareti”
izlenimi bırakmasına yol açıyor.
Türkiye’de kimya bölümleri şu sıralar akıl almaz bir hızla “patent”
almakla uğraşıyor. Preparatların içindeki etken maddelerin farklı sentez
yöntemleri ve modifiye moleküllerini üretmek gibi bir heves şu anda bir salgın
gibi yayılıyor. Diğer yandan elde edilen sözde yeni moleküllerin reseptörlerle
uyum gösterip göstermeyeceği ya da partisyon katsayılarının ne olduğuna dair
ise bildiğim kadarıyla bir araştırma
yapılmıyor.
Yani? İlaç AR-GEsi organik kimyanın yayın kaynağı olarak
görülüyor. Diğer yanda ilaç AR/GElerinin dünyadaki çalışmaların yanında devede
kulak bile olmadığı görülüyor.
Peki bir eczacı, gerek farmasötük kimya gerekse farmasötik
teknoloji ve elbette farmakoloji dallarında, ilâç tasarımında yeterince rol almıyorsa mesleğinin ne anlamı kalıyor?
Eczane eczacılığının icrasında ticaretin genel kurallarından
apayrı, bürokratik bir emir komuta zincirinde, kendisine emredileni yapmak
dışında bir şey yapması mümkün olmayan bir eczacının her gün artan işçi ve işyeri
giderlerini karşılamak için emeğinin karşılığı konusunda pazarlık edememesi “sosyal
bir devletin” gereği olabilir mi? Bu ancak sosyalist bir devlette
rastlanabilecek bir mülkiyet müdahalesi ya da ilgasıdır.
Oysa eczacılar hâlâ durumun farkında değil.
TEB verileri şunu gösteriyor:
TEB açıklamaları (2023–2024):
·
“Eczacıların
%40 ila %50’si gizli iflas içinde.”
·
Kaynak: TEB Başkanı Arman Üney’in basın
açıklamaları →
“Bugün Türkiye’de
eczanelerin yaklaşık yüzde 40–50’si gizli iflas durumundadır.”
(Kaynak: TEB Resmi Sitesi)
Bir meslek örgütünün bunu duyurup da hâlâ ilaç
fiyatlandırmasında etkin temsilci
bulundurmaması ise apayrı bir gariplik, değil mi?
Hemşericilik, önyargı, ideolojik kampalşamalar, meslek
örgütlerini zayıflatıyor. Kendi içindeki güç mücadeleleri ve bürokrasiye
eklemlenme çabalarıyla eczacı meslek örgütleri ekonomik ve bürokratik alanlarda eczacı
bireyinin devletle ilişkilerinde maalesef eczacıyı koruyup kollamakta yetersiz
kalıyor.
Her yıl akıl almaz biçimde artan eczacı sayısına “ bölge
kotaları” ya da “ yardımcı eczacılık”
gibi palyatif tedbirlerle çözüm
getirilmesi ise zaten imkânsız.
Kısacası…
Türkiye’de eczacı ilaç üretiminde yok gibi.
Eczacının ilaç ticaretindeki yeri de devletin kendisine
emrettiğinden ibaret ve bu yer ne yazık ki ekonominin gerçekleriyle taban
tabana zıt.
Meslektaşlarının yarıya yakınının, gelirlerinin giderlerini
karşılayamadığı kısır bir döngüde boğulmasına rağmen devletle pazarlık etmekte çekingen davranan bir meslek grubunun mevcut
ekonomik şartlar altında işinin sürdürmesi imkânsıza yakın.
Eczacı ne üretimde ne
ticarette kendisine yer bulabiliyor. Mevcut
ilaç popülizmi onun ticaret hayatındaki yerini de açıkça anlamsızlaştırıyor.
Yapay zekânın akıl almaz bir hızda yükseldiği bir dönemde
eczacınn ilaç danışmanlığı bilr anlamını yavaş yavaş yitiriyor.
Kısacası Türkiye’de eczacılık her alanda ve anlamda önemini,
yitiriyor.
Bu kan kaybının önlenebilmesi için acilen öğretim üyelerinin
çoğunluğunun eczacı olmadığı bütün fakültelerin derhal kapatılması gerekiyor.
Diğer yandan TEB’in ilaç fiyatlandırılması ile ilgili
komisyonlara derhal temsilciler göndererek eczane eczacılarının maliyetlerinin
fiyatlara düzenli yansıtılması gerekiyor.
Git gide artan ve hiç bir istikrar bulamadığımız “reçete
kesintilerindeki” keyfilik konusunda ciddi adımlar atılması gerekiyor.
Ayrıca meslek örgütlerince gayet keyfi şekilde kullanılabilen
6643 Sayılı TEB Kanunu. 30 Maddenin kaldırılması
ya da “normal soruşturma usullerine” göre kesin ve tartışmaya kapalı biçimde
yeniden yazılması gerekiyor. Çünkü bu madde açıkça eczacıların tepesinde
Demokles’i kılıcı gibi duruyor.
Kısacası Türkiye’de eczane eczacılığı günden güne daha da
sürdürülemez bir hal alıyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder