16 Temmuz 2025 Çarşamba

Türkiye’de Eczacılığın Ölümü

 

Yapay zekâya sordum, bana dünyadaki ilaç-eczacılık yatırımları ile ilgili şu özeti sundu:

“Dünya genelinde ilaç–eczacılık sektörü tek başına yılda yaklaşık 200 milyar USD, yani tüm sektörlerin Ar-Ge bütçesinin %8–10’unu kapsayan devasa bir yatırım yapıyor. Eğer gelirlerinin %30’una denk gelen veriler de dikkate alınırsa, bu rakam yıllık 200–270 milyar avro/dolar bandına çıkmaktadır. Bu da global inovasyon ve sağlık alanına yapılan en büyük katkılardan biri anlamına geliyor.”*

Türkiye-Dünya karşılaştırmasında ise karşımıza şu rakamlar çıkıyor:

oplam Ar‑Ge Harcaması (2023)

377,5 milyar TL (~16,1 milyar USD); %65 özel sektörde

 

İlaç Ar‑Ge (klinik araştırma)

~120–140 milyon USD/yıl AİFD üyeleri tarafından

 

Ar‑Ge Merkezi & Personel

42 merkez, 1 450 kişi

 

Firma Bazlı Harcama Oranı

Örnek: Abdi İbrahim %5–5,7 ciro; World Medicine 120 milyon TL

 

Karşılaştırma

Global ~200 milyar USD; Türkiye çok daha düşük ama artan altyapı

 

Zayıf Noktalar

Yeni molekül geliştirme sınırlı; klinik araştırma kapasitesi düşük

Türkiye genelinde ilaç AR-Ge merkezlerine çalışan topu topu 1450 kişinin kaçının eczazcı olduğu bilinmiyor.

Peki Türkiye’de toplam kaç  eczane eczacısı var ve her yıl eczacılık fakülteleri kaç mezun veriyor?

Türkiye’de 32000-40000 bandında eczane eczacısı var. 8000 eczacı kamuda istihdam ediliyor ve her yıl 2000 yeni eczacı mesleğe atılıyor.

Peki bu durumu nasıl yorumlamamız gerekiyor?

Türkiye’de ilâç temininde devlet bir tekel.

Bu tekel sadece hastaya ilâç temine etmekle sınırlı kalmıyor. İlâcın fiyatlandırmasına ve satılmasına kadar her konuda devlet yetkili.

Buraya kadar her şey “sosyal devletin” gereği gibi görünüyor.

Amma ve lâkin durum hiç de öyle değil.

Çünkü devletin bu adeta Tanrısal yetkisinin “herkese bedava ilâç dağıtma popülizmi” ile siyasetçe kullanılmasının devasa bir maliyeti çıkıyor. Maliyetin devlet tarafı herkesin derhal dikkatini çekiyor ama hiç kimsenin dikkat etmediği tarafı, eczacılar.

Devle fiyat ve iskonto emretmek ve keyfi kesintiler dışında hiçbir şekilde el sürmediği ilâcın teminindeki maliyetin tamamını eczacıların üstüne yıkıyor.

Eczacı, vergi, mevzuatına göre “bilanço esasına göre çalışan birinci sınıf tacir” olarak görülüyor. Oysa ilâçta devletin patronajı, eczane eczacısını, fiilen bir devlet memuru haline getiriyor.

“Bedava ilaç popülizmi” yukarıdaki AR-GE rakamlarıyla izah etmeye çalıştığım son derece karmaşık bir iş olan ilâcın ve eczacılık mesleğinin, hastaların ( ev maalesef biraz da doktorların) gözünde  adeta “ikinci sınıf bir orta zekâlı ticareti” izlenimi bırakmasına yol açıyor.

Türkiye’de kimya bölümleri şu sıralar akıl almaz bir hızla “patent” almakla uğraşıyor. Preparatların içindeki etken maddelerin farklı sentez yöntemleri ve modifiye moleküllerini üretmek gibi bir heves şu anda bir salgın gibi yayılıyor. Diğer yandan elde edilen sözde yeni moleküllerin reseptörlerle uyum gösterip göstermeyeceği ya da partisyon katsayılarının ne olduğuna dair ise  bildiğim kadarıyla bir araştırma yapılmıyor.

Yani? İlaç AR-GEsi organik kimyanın yayın kaynağı olarak görülüyor. Diğer yanda ilaç AR/GElerinin dünyadaki çalışmaların yanında devede kulak bile olmadığı görülüyor.

Peki bir eczacı, gerek farmasötük kimya gerekse farmasötik teknoloji ve elbette farmakoloji dallarında, ilâç tasarımında yeterince  rol almıyorsa mesleğinin ne anlamı kalıyor?

Eczane eczacılığının icrasında ticaretin genel kurallarından apayrı, bürokratik bir emir komuta zincirinde, kendisine emredileni yapmak dışında bir şey yapması mümkün olmayan  bir eczacının her gün artan işçi ve işyeri giderlerini karşılamak için emeğinin karşılığı konusunda pazarlık edememesi “sosyal bir devletin” gereği olabilir mi? Bu ancak sosyalist bir devlette rastlanabilecek bir mülkiyet müdahalesi ya da ilgasıdır.

Oysa eczacılar hâlâ durumun farkında değil.

TEB verileri şunu gösteriyor:

TEB açıklamaları (2023–2024):

·        “Eczacıların %40 ila %50’si gizli iflas içinde.”

·        Kaynak: TEB Başkanı Arman Üney’in basın açıklamaları →

“Bugün Türkiye’de eczanelerin yaklaşık yüzde 40–50’si gizli iflas durumundadır.”
(Kaynak: TEB Resmi Sitesi)

Bir meslek örgütünün bunu duyurup da hâlâ ilaç fiyatlandırmasında  etkin temsilci bulundurmaması ise apayrı bir gariplik, değil mi?

Hemşericilik, önyargı, ideolojik kampalşamalar, meslek örgütlerini zayıflatıyor. Kendi içindeki güç mücadeleleri ve bürokrasiye eklemlenme çabalarıyla eczacı meslek örgütleri  ekonomik ve bürokratik alanlarda eczacı bireyinin devletle ilişkilerinde maalesef eczacıyı koruyup kollamakta yetersiz kalıyor.

Her yıl akıl almaz biçimde artan eczacı sayısına “ bölge kotaları”  ya da “ yardımcı eczacılık” gibi palyatif  tedbirlerle çözüm getirilmesi ise zaten imkânsız.

Kısacası…

Türkiye’de eczacı ilaç üretiminde yok  gibi.

Eczacının ilaç ticaretindeki yeri de devletin kendisine emrettiğinden ibaret ve bu yer ne yazık ki ekonominin gerçekleriyle taban tabana  zıt.

Meslektaşlarının yarıya yakınının, gelirlerinin giderlerini karşılayamadığı kısır bir döngüde boğulmasına rağmen devletle  pazarlık etmekte  çekingen davranan bir meslek grubunun mevcut ekonomik şartlar altında işinin sürdürmesi imkânsıza yakın.

Eczacı  ne üretimde ne ticarette  kendisine yer bulabiliyor. Mevcut ilaç popülizmi onun ticaret hayatındaki yerini de açıkça anlamsızlaştırıyor.

Yapay zekânın akıl almaz bir hızda yükseldiği bir dönemde eczacınn ilaç danışmanlığı bilr anlamını yavaş yavaş yitiriyor.

Kısacası Türkiye’de eczacılık her alanda ve anlamda önemini, yitiriyor.

Bu kan kaybının önlenebilmesi için acilen öğretim üyelerinin çoğunluğunun eczacı olmadığı bütün fakültelerin derhal kapatılması gerekiyor.

Diğer yandan TEB’in ilaç fiyatlandırılması ile ilgili komisyonlara derhal temsilciler göndererek eczane eczacılarının maliyetlerinin fiyatlara düzenli yansıtılması gerekiyor.

Git gide artan ve hiç bir istikrar bulamadığımız “reçete kesintilerindeki” keyfilik konusunda ciddi adımlar atılması gerekiyor.

Ayrıca meslek örgütlerince gayet keyfi şekilde kullanılabilen 6643 Sayılı  TEB Kanunu. 30 Maddenin kaldırılması ya da “normal soruşturma usullerine” göre kesin ve tartışmaya kapalı biçimde yeniden yazılması gerekiyor. Çünkü bu madde açıkça eczacıların tepesinde Demokles’i kılıcı gibi duruyor.

Kısacası Türkiye’de eczane eczacılığı günden güne daha da sürdürülemez bir hal alıyor.

6 Temmuz 2025 Pazar

Hayali Milletin Hayali Ekini

 

Hayali bir millet için uğraşıp duruyoruz.

 

Bugün “Evrim Ağacı” videolarından birinin seyrediyordum.


 

Yapay zekânın sanalağ üreticilerini nasıl yere serdiğini, “algoritma” Tanrısının eğilimleri nasıl belirlediği, içeriklerin nasıl önemsizleştirildiğini anlatıyordu, Çağrı Mert BAKIRCI.

 

Algoritma sadece bir sanalağ tarlasında ya da arsasında geçirilen zamanı ölçüyor. O tarlada ne yetiştirildiğiyle falan hiç ilgilenmiyor.

 

Kısacası algoritma zaten sayısal olan bir ortamı iyice sayısal hale getirdi. Bu ikinci diferansiyel gibi bir şey mi acaba?

 

Peki ben bunları niçin yazıyorum?

 

Aslında algoritma manyaklığı toplumdaki yapaylığı, toplumdaki sahteliği ortaya çıkardı. Neden?

 

Çünkü yücelttiğimiz, idealize ettiğimiz insan yığınlarının gerçek eğilimleri yapay zeka ile iyot gibi açığa çıktı.

 

“Fenomen” denen insanlar tek satır yazı yazmadan, tek bir şiir okumadan, tek bir resim yapmadan, kitlenin içgüdülerini dürtüyor.

 

Böyle bir toplumda bir şeyler yazmak, çizmek, üretmek anomalinin, “sapkınlığın” ta kendisidir. Mevcut kitlenin yarattığı sözsüz, ifadesiz, içgüdü, tepki ortamında hâlâ ünlü bir yazar, ressam, kompozitör vs olmak dünyanın en aptalca beklentisidir.

 

Yeri geldi diye söylüyorum. Artık arkaik kalan o yaratmak zamanlarının son kahramanlarından Nihat Genç yozlaşmış, bozulmuş, çarpılmış şöhret makinesinin dişlileri arasında sıkıştı, ömrünün son yıllarında. Bu kitlenin gerçek tarlasına biz hâlâ hayalimizdeki milletimizin hayali tohumlarını ekmeye , hayali ekinlerini biçmeye çalışıyoruz. Algortimanın sömürülen  seçiciliği, seçilmenin gerçek ölçülerini zehirli buharıyla öldürüyor.


Görsel bağlantısı: https://ereneth.medium.com/algori%CC%87tmalar-e6b5990ca7f3

 

 

Nihat Genç'in Kadersizliği