9 Aralık 2023 Cumartesi

Dinler Cinler İmamlar

 


Bugün  Twitter’da genç bir “hoca” gördüm. (Artık kafasına bir sarık saran herkes ne de olsa hoca…)

 


Cinlerin padişahıyla nasıl çarpıştığını, onu nasıl öldürdüğünü anlatıyordu.

 

Bir başka hoca, bir halifenin  hikmetiyle güneşin kararabildiğinden bahsediyordu.

 

Her şeye gücü yeten bir Tanrı’ya inanmak kişinin idrakine bağlı bir şey. Aslında “her şeyi yapabilmenin” objektif bir ölçüsü  ve tanımı yok. Kimlerine göre böylesi bir güç herkesi yok edebilmek demekken kimlerine göre karbon atomunu ya da diğer elementleri, değişmeyecek özelliklerle yaratabilmek kudreti anlamına gelebilir.

 

Bugün artık Türkiye’de kadir-i mutlak bir Tanrı’dan anlaşılan şeyse canının istediğini canının istediği gibi yapabilen, insanlara Arapça seslenip Arap üstünlüğünü telkin eden, insani bütün özelliklerin en mükemmel hallerini taşıyan, kullarıyla pazarlık edip onlardan intikam alabilen… Kısaca insan gibi davranan ama insanla kıyaslanamayacak kadar kadir bir yaratıcı.

 

Yanıltıcı tartışmalar Tanrı’nın nitelikleri üstüne yapılıyor… Oysa hiç kimse Tanrı hakkında konuşmaya haddimizin yetip yetmediğini tartışmıyor.

 

Kafasına bir sarık sarıp Arapçayla uğraşan herkes kendisinin, kendiliğinden Allah’a daha yakın olduğunu iddia edebiliyor. Öyle ki Arapça bilmeyenlerin Allah’la yakınlaşması ya da ondan bir şey istemesi bile pek zor addediliyor.

 

Ve bu imtiyazlı insanlar, bilinmeyen âlemlerin kapılarını açıp bilinmeyen varlıklarla iletişim kurabildiklerini söyleyebiliyorlar. Onlara “nereden bildiklerini” bile soramıyoruz. Çünkü  sözde Arapça bilgileriyle zaten “iman yolunda” bizden çok önde gidiyorlar ve onları sorgulamak doğrudan doğruya imanı tehlikeye atmak anlamına geliyor.

 

Hiç kimse de o insanlara “İyi de senin benim imanım hakkında ahkâm kesmeye ne hakkın var?” diye sormak aklına gelmiyor. Ya da… “Senin inandığına inanmıyorum ki neden bahsettiklerinle beni sürekli sıkıyorsun?” diye sormak artık memlekette “Allah’ın düşmanı” sayılmanın eşiği sayılıyor.

 

Birer macera öyküsü ya da romanı gibi anlatılan sayısız öykü, mesel ya da menkıbe bizim için karbon gibi yaşamsal bir elementin yarattığı sayısız olasılık kadar şaşırtıcı ve düşündürücü olabilir mi? Yoksa biz aslında nefsimizin korku, şehvet ve macera arzusunu anlatılanlarla tatmin edip de delinmez bir zırhla bütün ahlâkî sorumluluklardan kurtulabilmek mi istiyoruz? Bu dünyada ahlaksızlık sayılan her şeyin sınırsızca yaşanabileceği bir yerin vaadiyle itaat talep eden insanların peşinden gidildiğinde varoluşum gerçek mucizelerinin gerçek hayranlığına ve minnettarlığına ulaşılamayacaksa eğer…  Başlarına sarık sarıp cinlerle savaşan insanlara itaat ederek gerçekten karbon atomunun yaratıcısının sonsuz idrakine yaklaşabilmek mümkün müdür?

 

Tanrı’nın ne istediğini sürekli bize dayatan insanlar karbon atomunu yaratan varlığa karşı hadsizlik ettiklerini bir an bile düşünüyorlar mı?  İman onların denetiminde bir bilinç mi? Yoksa biz mi köleliğin sorumsuzluğuyla zevk ırmaklarında yüzmek mi istiyoruz?

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: