20 Ekim 2023 Cuma

Felsefî Türkçülük ve Türkçü Felsefe

 



Atsız’ın tavizsiz idealizminden ve romantizminden beslenen kuşakların,
başlığa itiraz etmesi kuvvetle muhtemeldir. Ve daha kötüsü, Atsız’ın tavrını “romantik” diye küçülttüğümün düşünülmesi daha da muhtemeldir.

Fakat Atsız’ın romantizminden bahsetmek, onun ilmî ve pratik derinliğini  küçümsemek değildir.


Atsız’ın “romantizmi”, Türklük duygusunun gerek ahlâkî gerekse ülkücü yönlerinin en saf, en katıksız, en kristalize ve tavizsiz halinin ifade edilmesidir.

 

Atsız’ın romantizmi, Türklük duygusuna, lâyık olduğu mevkii vermek gayretidir.

Atsız’ın romantizmi, kalplerin Türklük gururu ve sevinciyle atması demektir.

O halde felsefî bir Türkçülükten ya da Türkçü bir felsefeden bahsettiğimizde, biz bu yüksek duygu dünyasını red ya da ,inkâr etmeyiz, edemeyiz.

O halde felsefî bir Türkçülükten neyi murat ederiz?

 

Bu, Türkçülüğü felsefenin boyunduruğuna sokmak mıdır? Elbette hayır!

Felsefî Türkçülük, Türklük bilincinin, sürekli bir uyanıklık ve farkındalık içinde kalmasını sağlamak, bunu sağlamak için de onun içerdiği ve onu çevreleyen kavramlar/olgular  dünyasını Türk aklıyla yorumlamak demektir.

Peki ama o halde Türkçü felsefe ne demektir? Felsefenin Türkçüsü olabilir mi? Felsefe “kimlikler üstü” bir kavrayış, insanlığı ortak bir malı değil midir?

 

Maalesef bu çocukça bir yorumdur ve dünyanın gerçekliğiyle bağdaşmaz.

Mantık için bir evrensellikten bahsedilebilir ama felsefe daima kültürün gölgesinde kalmaya mahkûmdur.

 

Felsefe gerçeğin aranması için uğraşmak demekse “gerçek” konusunda her ulusun kendi kültürünün ağırlık merkezinin kavramlar uzayını kendine göre biçimlendirdiğini bilmemiz gerekir.  Kütle çekiminin ışığı bükmesi gibi kültürler de kendi büyüklüklerine göre kendi gerçeklerini oluşturur, gerçeği kendilerine göre bükerler.

 

Söz gelimi Plevne bizim için şanlı  bir müdafaa harbiyken Ruslar için bir zaferdir.

 

İstanbul bizim için fethedilmiş bir şehirken Rumlar için işgal edilmiş bir şehirdir.

 

O halde şu açıkça anlaşılmalıdır ki toplumların kavrayışlarında objektif bilimsellikten eser bulunmaz.

Söz gelimi Alma idealizminin babası Hegel için “evren” Alman aristokrasisinin ve bürokrasisinin kadir-i mutlak gücüyle şekillenmiş bir saray mutfağı gibidir.

 

O halde Türkçü felsefe Türkçülüğün akıl yürütme biçimini ve gerçekleri oluşturma yetisini geliştirmek demektir.

 

Peki bunlar neden önemlidir?

 

Aslında Orhun yazıtları bunların doğrudan cevabıdır. Onlar, Türk olarak neyi, kimi, nasıl  kavramamız gerektiğini bildiren Türkçülüğün ilk felsefe metinleridir.

 

Bütün bunlar neden gereklidir?

 

Hayatı kendi gözleriyle göremeyen, kendi aklıyla yorumlayamayan, kendi gerçeklerini oluşturamayan toplumlar geri toplumlardır ve böyle toplumlar da av olmaya mahkûmdur.

 

Çünkü uluslararası ilişkilerde her koyun kendi bacağından asılır. Uluslararası ilişkilerde adalet, merhamet, empati ve tevazu yoktur. Her ulus kendi dünyasını ancak ve yalnız kendisi oluşturmalıdır.

 

Bu açıdan aslında Kutadgu Bilig ve Divan-ül Lügat-it Türk, modern Türk kavrayışının temel eserleridir dense herhalde çok da yanılmış sayılmayız.

 

Felsefe asla korkakların sığınağı olmadığı gibi  Türkçülük de Kürtçülüğün/etnikçiliğin/ırkçılığın ayna görüntüsü  bir kabilecilik fanatizmi değildir.

 

İşte bu yüzden özgüvene ve özsaygıya sahip bir toplum olmanın gereğini ancak  kendimize özgü bir felsefe kavrayışı yaratarak yerine getirebiliriz.

 

Ancak o zaman “Ne mutlu Türküm diyene!” sözünün anlamını kavrayabiliriz.

 

 

Hiç yorum yok: