2 Kasım 2017 Perşembe

Ortadoğu’da Silahlandırılmış Kürt Tehdidi Ve Bulanık Savaş Konsepti


Bugüne kadar Ortadoğu sorunu hep  bir İsrail-Filistin sorunu olarak ele alındı.

Olayın tarihçesi içinde, gerek popüler Amerikan sinemacılığında gerekse Amerikan diplomasisinde sorun, temel olarak “terörist Arap” olarak karikatürleştirildi.

Camp David toplantısıyla bu imge eskidi ve ciddi anlamda yıprandı.  Artık Ortadoğu eskisi kadar içine kapanık bir yer değildi. Teknoloji gelişmiş, ülkeler daha tanınır hale gelmiş ve daha da önemlisi yeni petrol yataklarının denetimi konusundaki ihtiyaç daha da büyümüştü.

Sorun ABD’nin arzuladığı petrol yataklarının SSCB güdümündeki Arap diktatörlüklerinin elinde olmasıydı.

İşte bu noktada Kürtler “duvardaki çatlak” olarak yeniden keşfedildiler. Ortadoğu’da Amerika’nın kontrolü dışındaki yönetimleri “adam edecek” silahlı güç Kürtlerdi.

Ortadoğu’daki en büyük sorun Türkiye idi. Çünkü bürokrasinin içine doğrudan yerleştirilmiş ajanlarına rağmen ABD,  Atatürk’ün mirasını bir türlü aşamıyordu. Ve fakat ülke  içinde, bir rivayete göre Çin eliyle bölerek kontrol ettiği işbirlikçi sol militanlarını ve  solun tarihi enternasyonalizm sapkınlığını kullanarak ülkede aslı esası olmayan bir Kürt efsanesi yarattı.

Kürtlerin kullanışlı hırçınlar olduğunu, SSCB de düşünüyordu. Nitekim Barzani ailesi açık bir Rus piyonu olmayı, Molla Mustafa Barzani’nin Moskova’da misafir edilmesinden sonra kabul etmiş görünüyordu.

Nitekim ‘70’lerin başında  Mesut Barzani’nin İsrailli istihbarat yetkilileriyle çekilmiş bir fotoğrafı, bu kullanışlı hırçınların sadece ABD’nin ve SSCB’nin ilgisini çekmediğini de gösteriyordu.

Türkiye’de Kürtçülüğün solcu olmanın gereği sayıldığı bilinen bir gerçek. Kürt etnik terörünün tırmandığı son  on beş yılda ise solda, Türk olmanın  yaşamsal önemine dair bir basiret gelişmeğe başladı.

Bu gelişimde “devrim” kelimesi artık “eline silah alan her köy ahalisinin adam öldürerek kendi kaderini tayin edebilmesi” veya “Eline silah alan herkesin kendi komününü kurabilmesi” hayalinden yavaş yavaş Atatürk inkılaplarının akılcı dönüşümcülüğüne doğru evrildi.  Ama bu ayrı bir tartışma konusu.

Bizi ilgilendiren nokta Kürt silahlanmasının Ortadoğu’daki yaygın vatana ihanetinde izlenen temel  yöntem.

Türkiye’de Kürt etnik bölücülüğü yıllardır bir “kirli” savaş söylemi kullanır. Bu söylem, Türk Ordusu’nun, bölücü Kürt ihanetine karşı sözüm ona  “gayrı nizami” bir savaş yöntemi benimsediğine işaret eder. Kürt etnik bölücülüğüne göre Türkiye’de bir iç savaş yaşanmaktadır ve Türk Ordusu bu iç savaşta “centilmenlik” göstermemektedir.

Suriye’nin, Türkiye’nin şeriatrçı politikalarının da işbirliğiyle zaafa uğramasının ardından bölücü Kürt silahlanması, anında Suriye’de de , saha önce zayıflatılmış Irak’ta olduğu gibi palazlandırıldı. İran Kürt  bölücülüğüne karşı nispeten sert davranmasından dolayı belki orada bu güçlenme yaşanmadı.

Ve fakat  silâhlandırılmış Kürt etnik ihaneti, başta Türkiye olmak üzere  Ortadoğu’da derhal algı sapmasına yol açan   bir çatışma stratejisi benimsedi ki buna “Bulanık Savaş Konsepti” diyebiliriz.

Bulanık Savaş Konsepti iki öğeye dayanıyordu. Bunlar “bulanık özne” ve “bulanık hukuk” idi.
Bunlardan birincisi olan “bulanık özne”,  karşınızda resmen muhatap alarak savaşacağınız bir özne olmaması durumuydu. Eğer karşınızda “resmi bir düşman” olduğunu kabul ederseniz, kendi ülkenizde bir iç savaş olduğunu da resmen kabullenmeniz gerekiyordu. Böylece kendi elinizle “haklılığı ulular arası ilişkilerde araştırılabilecek” bir resmi düşman edinmiş oluyordunuz.

“Bulanık hukuk” ise “bulanık öznenin” hukuki durumundaki belirsizliğin sömürülmesi anlamına geliyordu. Silâhlı Kürt hainleri ve onların silâhsız  işbirlikçileri, taabi oldukları vatandaşlıkların hukuksal bağlamını alabildiğine istismar ediyorlardı. Eline silâh alıp asker, öğretmen, çocuk öldüren hainler, “vatandaşlık” bağı sayesinde usul hukukuyla korunmaları gerektiğini iddia edebiliyorlardı. Öte yandan Türk hukukunun yargı  kararlarına “düşman  ülke  söylemiyle karşı çıkıyorlardı. Bulanık hukuk, vatandaşlık “hakkı”  ile yargısal sorumluluk arasındaki bağın koparılmasına dayanıyordu. Buna “ silah kullanmayı bir siyaset biçimi olarak” kabul eden bir kısım sol hukukçular da doğrudan ve dolaylı olarak destek verdiler.

Bulanık savaş konsepti veya stratejisi , Kürt etnik silahlanmasına ve ihanetine, gerektiğinde başka bayraklar altında çatışabilmek imkânı da sağladı. Bu hile , büyük bir  ülkenin resmi  düşman sayılmasının tehlikesinden dolayı  herkesi caydırırken  Kürtlerde de büyük devletlerin, su ve petrol coğrafyasındaki, kayırılan küçük kardeşleri oldukları izlenimini uyandırdı.

Bulanık savaş konsepti, yurt içinde hukuksal belirsizlik ve yurt dışında da diplomatik açmazlar yaratarak egemen ulusların egemenliklerinin yıpratılmasını hedefliyor. Bu sayede Kürtler ucuz bir “ulusal bağımsızlık” savaşı verebileceklerini düşünüyorlar.

Bugün artık Ortadoğu’nun temel problemi Kürt silâhlanması ve onun bulanık savaş konseptidir. Bu konsepte karşı bölge ülkeleri, derhal  bir güvenlik işbirliği anlaşmasına giderek Kürt silâhlanmasını, “ulusal güvenlik” konseptiyle derhal ortadan kaldırmalıdır. Sonrasında Kürt kökenli yurttaşların bölücü siyaset yapmalarının ve her türlü silahlanmasının önüne kalıcı biçimde geçilmelidir.

Ulusal egemenliklerin bulanık savaşla yıpratılmasına derhal son verilmezse Ortadoğu’da patlamağa hazır bir Kürdistan her an ortaya çıkabilir.



Hiç yorum yok: