1 Mart 2017 Çarşamba

Türk Milliyetçiliğinde Siyasetçi Mi Entelektüel Mi Etkin Olmalıdır?



Aziz dostlarımla arama giren bir sorudur bu. “Bir şeyler yapabilmek için iktidara gelmek gerektiği”  şeklindeki itiraz kabul etmeyen sebep ile  susturulurum.

Öyle ya iktidar olmuyorsan; ne söylersen söyle eşek yellenmesinden bir farkı kalmayacaktır.

Siyaset bir güç mücadelesi. Temelinde ülke ekonomisine hükmederek, parayı ve malları taraftarlara dağıtmaktan ibaret.

Siyasetle ahlâkın ilişkisi ancak gelişmiş birkaç ülkede kurulabiliyor ki biz farkında olmasak da o ülkelerin gelişmişliğinin ardında da bu ilişkinin sürekli gözetilmesi var. Buna rağmen yolsuzluklar o ülkelerde bile asla bütünüyle bitirilemiyor.

Milliyetçi siyasetin amacı, “bir şekilde iktidara gelip memleketi milliyetçi akılla düzeltmek”.

Burada iki sorun var:

Birincisi “milliyetçi aklın” ne olduğu, nasıl işlemesi gerektiğini milliyetçi siyasetiler bile bilmiyor.

İkincisi  insanlara “tercih edilir “ ne sunulması gerektiğine dair hiç kimsenin bir fikri yok.

İkinci unsurla ilgili olarak akla gelen ilk şey millete devletin kadrolarını peşkeş çekmek. Aklı fikri, uçkurunda ve midesinde olan bir toplum için en cazip tekliflerin başında bu geliyor.

Siyasetçinin tek ilgilendiği şey sonuçtur. O bütün üretimlerin asalağıdır. Her şeyin kendi sömürüsü için hazır bulundurulmasından başka bir şeyle ilgilenmez.  Fikri ya da maddi üretim süreçlerinin hiç biriyle ilgilenmez. Bulduğu varlıkları yandaşlarına dağıtarak varlığını sürdürür.

“Sınırsız demokrasinin” en yozlaştırıcı yanı, kitlelere, “kanuna dayalı” bir yağmalama gücü vermesidir.
Demokrasinin böylesine yozlaşabildiği bir ortamda “iktidara gelmek” içi boş bir amaçtır.

Türkiye’de milliyetçiler  “başa geldikten sonra”  melek muktedirler olmak istediklerini söylerler ama   gücün yozlaştırıcı etkisinden kurtulamazlar. Bundn hiçbir parti kurtulamaz, çünkü partilerin bizatihi varlık sebebi “kanuni bir yozlaşma” yoluyla yandaşlarına güç ve mülkiyet aktarımıdır.

Dolayısıyla siyasetçiler immoralist bir gerçekçilikle  her türlü fırsatı kullanarak muktedir olmak dışında  hiçbir şey bilmez. Bu amaç, içinde  sebep/sonuç ilişkisine/ ilkesine bağlılığı taşımaz.

Galiba özellikle bizim gibi geri ülkelerde siyaset, maddi vaatler yanında, “kamplaştırmak ve ayrıştırmak”  yoluyla yürütülüyor.

Peki Türkiye’de  entelektüel ne işe yarar? Onun siyasetin içeriği ve yöntemi üzerinde bir etkisi var mıdır? Ne yazık ki entelektüelin bu ülkede hiçbir etkisi yoktur. Çünkü kendisine sebep-sonuç ilişkilerinin anlaşılması için ihtiyaç duyulmaz.

Türkiye gibi geri ülkelerde menfaatler ve güç ilişkileri o kadar cezbedici ve belirleyicidir ki insan eyleminin akılla ve vicdanla ilişkisini gözetmekle kimse ilgilenmez.

Bizde özellikle milliyetçiler muktedir bir milliyetçiliğin ahlâkî doğruluğu ve refahı  kendiliğinden sağlayacağını düşünürler ama iktidar yolunun meşruiyet  sınamasını gözetmezler. Karşı  oldukları diğer bütün partilerle aynı yolu izleyerek  iyilik yapabileceklerini sanırlar.

Öncelikle şu bilinmelidir  ki siyasetin fikri bir içeriği yoktur. İdeoloji partileri dahi ancak üretilmiş fikirlerin itibarını ödünç alarak oy piyasasında işleyebilirler. Geri toplum insanının en önemli yanılgısı,  siyasi partilerin bize fikir paketleri sunabileceklerini sanmasıdır.

Bir fikir kendi başına doğmaz. Fikir, bir ilgi oluşturma işidir. “İlgi” ise çeşitli durumlar arasında  bulduğumuz bir “gerekirliktir”.  İnsan eylemlerinde gerekirlik ya da nedensellik, ahlâkî sorgulamanın temelini oluşturur. Oysa siyaset amaçla araç arasında ne ahlâkî ne de mantıksal bir ilgi kurmakla ilgilendiğinden, entellektüeli, lüzumsuz bir doğrucu olarak görür. Bu yüzden de  zihinsel yeterliği tartışmalı pek çok milletvekili danışmanı vardır ama siyasetçilerce görüşüne itibar edilen pek az entelektüel vardır.

Siyasetin yoz sonuç odaklı bakışına göre , entellektüelin  tavizsizliği, uzak görüşlülüğü, üretkenliği  ve bilgi odaklılığı fazlasıyla yararsızdır.

Fakat sorun şudur ki siyasetçi yararla ilgili araçları ele geçirdiğinde, onlarla gerçekten ne yapması gerektiğini asla bilemez ve işin kötü yanı odur ki bu bilmek de istemez. Eline vergi mükelleflerinin paralarını bir anda geçiriveren bir siyasetçi ele geçirmenin tatmini hissedemez. Onun asıl istediği ele geçirdiği parayı kullanabilmek değildir. Onun asıl istediği, sürekli ve sürekli elde edebilmektir.

Bu yüzdendir ki özellikle bizimki gibi yozlaşmış demokrasilerde  meşruiyetini ve dahası akıllılığını oy çokluğuna bağlayan partilerin ekonomiye müdahaleleri asla hayırlı bir netice vermez. Yapılanların en basit teknik anlamda bile eleştirisini yapan bir entelektüel bu yüzden derhal “istenmeyen adam” haline gelir.

Entelektüel bir “olması gerekenler” kategorisi oluşturur.  Bu bir tür alternatif güzergâhlar koleksiyonudur.  Geri ülkelerin siyasetinin en önemli açmazı, elinde hiçbir  haritası olmayan insanların körce giderken bir harita yapabileceklerini iddia etmeleridir.

Türkiye “iktidardan sonrasına” odaklanıp her seferinde   entellektüeli küçümseyen milliyetçi siyaset yüzünden bugün,  ulus kimliğini yitirmek üzeredir.

Hayatında hiçbir sanatsal ve edebi faaaliyete katılmamış ve bu alanlarda üretmemiş insanlar,milliyetçiliği, adeta dinleştirilmiş bir partizanlık veya partizanca bir dindarlık  haline getirdiği için fikir sahasında derin bir vakum meydana gelmiştir. O vakum da dinciler tarafından doldurulmuştur.

Sözün özü: Türkçüler siyasetin yozlaştırıcı etkisinden uzak durarak bireysel üretimlerini sürdürmeli ve Türkçülüğün itibarının siyasetçilerce sömürülmesine karşı durmalıdır.









Hiç yorum yok: