Hayek, toplumsal kurallarının oluşumunu, eylemlerimizin toplum
yaşantısı içindeki seçilimine bağlamıştı. Ona göre, toplumun devamı için yararlı olabilecek eyle
mler seçiliyor, tutuluyor ve devam ettiriliyor ve böylece bu eylemler “iyi” kabul ediliyordu. İyi kabul edilen eylemlerin yapılması da “ahlak” olarak adlandırılıyordu.
Liberal düşünürler arasında bireyin
kendisini seçimleriyle ifade etmesi ve gerçekleştirebilmesi için “özgürlük”
tartışılmaz bir gereklilikti Hayek özgürlüğü, “Bireyin kendi mutluluğunu
(çıkarını) kendi iradesiyle arayabilmek serbestisi”
olarak ( ya da bu minvalde) tanımlıyordu.
Bu noktada “ahlâk” da bir “zarar vermemek
iradesi” olarak karşımıza çıkıyordu.
Peki ama birey kendi başına mı
bırakılacaktı? Eğer birey sınırsızca özgür olursa ne olurdu? Bu soruyu John
Locke cevaplamıştı. Ona göre bireyin sınırsız özgürlüğü bir noktada mutlaka
sınırlanacaktı ki o noktada diğer bireylerin varlığıydı. Dahası herkes kendi
sınırını alabildiğine genişletmek için mutlaka diğerlerinin sınırlarını ihlal
etmeye çalışacaktı ki bu “doğa durumuydu.” Oysa insan doğa durumunda
kalamıyordu, çünkü doğa durumunda hem kendi varlığını-hayatını hem de
ihtiyaçlarını sürdüremiyordu.
O halde hem kendi varlığını
sürdürebileceği hem de çıkarlarını/mutluluğunu arayabileceği bir ortama
ihtiyacı vardı. İşte sosyal evrim bu noktada başladı. Bireyin toplumlaşma arayışı, kendine benzer diğer bireylerle
ortak bir dil, ortak bir ifade, ortak bir hafıza, ortak bir zor kullanma ve
sınırlama makamı oluşturma yönelimiyle sonuçlandı.
Bu noktadan sonra artık birey
geriye dönüp ona hayat ve gelişi imkânı veren, koruyucu ve sınırlandırıcı,
vahşet maniası toplumlaşma biçimini sorgulamadı. Bu saçma olurdu. Çünkü böylesi
bir sorgulama insanı ebeveyn seçimi, ya da ebeveynin birbirini neden seçtiği
gibi saçma sapan sorulara kadar götürebilirdi.
Bireyler bir kere ortak dil, ortak
hafıza, ortak ifade, ortak irade gerçekleştirip de bu beraberlikleri sürdürmeyi
seçtiklerinde artık bu ortaklık sayesinde geliştirilen kurumların geriye dönük sorgulanması
doğrudan doğruya bireyin varoluşunu sorgulanmasına kadar varacaktı.
Toplumsal evrimin bu aşaması
bireylerin toplanması ile ilgiliydi.
Ama sorun şuydu ki topluluklar
arasındaki “doğa durumu” ortadan kaldırılamıyordu.
Önceden bireyler arasındaki doğa
durumu, onların belli kurallarla sınırlandırılmasıyla ki devletleşmenin
çekirdeği buydu, giderilebilmişti. Bunun sürekliliği bireylere ortak bir kimlik
kazandırılarak sağlanmıştı.
Peki ama diğer toplulukların kendi
sınırlarını bizim topluluğumuz aleyhine genişletmesi nasıl engellenecekti? İşte
“doğa durumu” yine kendisini göstermişti. John Locke “Hükümet Üzerine İkinci İnceleme”
adlı eserinde bunu “Uluslararası ilişkilerde doğa durumu egemendir” diye
belirtiyordu.
Toplulukların kendi varlıklarını
korumak için geliştirdikleri “devletleşme” süreci hem kendi bireylerinin
birbirleri arasındaki emniyeti sağlıyordu hem de diğer toplulukların olası
saldırılarına karşı bir savunma mekanizması oluşturuyordu.
Bütün bunların oluşumu için
gerekli olan “değişimlerin” tamamı “sosyal evrimdi”. Bu evrim mekanizmasıyla
topluluğun varlığına yararlı olan her eylem doğru ve geçerli sayılıyor, buna
karşı olan eylemler, eğer topluluk üyelerinden geliyorsa ortak yargı
organlarıyla sınırlandırılıyor; başka bir topluluktan geliyorsa savaş yoluyla engelleniyordu.
Burada sosyal evrimin çok bilinen
güncel aşamasına geçildi. O da her topluluğun sürdürülebilir, karmaşık ve kabul
edilen toplum düzenleri oluşturamamasıydı. Sürdürülebilir, karmaşık ve kabul edilen
toplum düzeni oluşturabilen topluluklar ancak ortak ifade biçimleri, ortak
hafıza, ortak irade geliştirmede başarılı olabilen topluluklar oldular ki onlar
“toplumları” meydana getirdi. Toplumlar, biyolojik köken ve benzerliğin
ötesinde “tanınabilirlik” ölçüleri geliştiren, ortak kurallara gönüllü uyan ve
bundan mutluluk duyan, bu mutluluk hissini ortak ifade biçimleriyle ortaya
koyan, yaşanan beraberliğin öncesini bir sonraki nesle aktarmak isteyen
bireylerden oluşuyordu ki bu toplumların siyasi adı “ulus/millet” oldu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder