21 Mart 2024 Perşembe

Mutluluk Görevi II

 

Film devam ediyor…

Mutsuz olmak için pek çok sebep var.

 

Aslında mutsuzluk mutluluktan çok daha akılcı görünüyor.

 

Öyle ya hastalıklar var, fakirlik var, en önemlisi ölüm var. 

 

Öyleyse mutluluk nedir sahiden? Ya da… Fakirlerin mutlulukları gerçek midir meselâ? Bu bir yalan mıdır,  bir züğürt tesellisi midir? “Züğürt tesellisi” boş bir şeyse mutluluk parayla kendiliğinden geliveren bir şey midir?

 

Paranın mutluluğu satın alıp alamayacağını bilmiyorum ama galiba neden mutlu olmamız gerektiğine dair bir şeyler biliyorum ya da -Wittgensteincı bir ihtiyatlılıkla söylemek gerekirse- “seziyorum”.

 

Mutluluk aslında bir “görev”. Görev kelimesi hepimize biraz itici geliyor, farkındayım ama bu gerçek. Neden?

 

Çünkü yalnız yaşamıyoruz, yaşayamıyoruz. Çünkü varlığımızın bir anlamı ve önemi olduğuna inanan insanlara ihtiyacımız var. Bu öyle temel bir ihtiyaç ki diğer her şey ancak bu sağlandıktan sonra gerçek bir tatmin sağlıyor. Bu öyle temel bir ihtiyaç ki dünyanın bütün varlıklarına herkesten daha kolay ulaşılabilen ülkelerde bile temine dilmemesi halinde insan, bunalıma ve intihara sürüklenebiliyor.

 

Hayatımızın ilk yıllarında bu ihtiyaç, ebeveynimizce karşılanıyor ama sonra hayatımıza başkalarının -yani eşlerimizin- girmesi gerekiyor. Sonra eşlerimizin bize sağladığı doyumu çocuklarımıza aktarmamız ve öğretmemiz gerekiyor ve insan nesli ancak böyle devam ettirilebiliyor. Ama işi neslin devamına bağlayarak basitleştirmeyeceğim.

 

Peki ama hâlâ mutluluğun neden bir görev sayılması gerektiğini açıklayamadık değil mi?

 

Eğer çevremizde… Varlığını bizim varlığımızla birleştiren, bizimleyken mutlu olan, neşelenen, gülen insanlar varsa; varlığımız gerçekten bir anlam ve önem taşıyor demektir.  Bizi varlıklarının bir parçası haline getiren insanların olması, bizim onları korumamızı, onlara özen göstermemizi gerektirir. Aksi takdirde birer parazit/asalak oluruz.

 

Peki ama sevdiklerimize nasıl özen gösterecek, onları nasıl koruyacağız?

Şüphesiz onların sağlıklarını korumak herkesin akıl edebileceği ilk şey.

Fakat sanırım sevdiklerimizi asıl mutlu eden şey, onlarla birlikte olmanın bizim için önemli olduğunu onlara göstermek.

 

Kendimiz için istediğimiz şeyin onlar tarafından da istendiğini düşündüğümüzde ortaya mucizevi bir sonuç çıkıyor: Mutluluk, bize hayatın bir borcu değil.

 

 Mutluluk, bizim sevdiklerimizin varlığının kıymetini bilmemizden ibaret. Mutluluk, sevdiklerimizin eşsiz varlıklarının, hayatımıza kattıklarının sürekli farkında olmaktan ibaret.

 

İşte mutluluğu bir “görev” yapan da bu farkındalığın sürekli kılınmasının gerekli olmasından…

 

Neden? Çünkü geriye dönüp baktığımızda aslında bütün işin, bir başkasıyla asla biriktiremeyeceğimiz sayısız ve  eşsiz bir  anılar albümü oluşturmaktan ibaret olduğunu anlıyoruz.

 

Neden? Çünkü tek bir hayatımız var ve o da çok sınırlı. Bu da onu en iyi şekilde değerlendirmemizi gerektiriyor. Bu da sevdiklerimizin hayatını da değerli ve önemli görmemizi gerektiriyor. Bu da sevdiklerimizin hayatlarını da sevinçle aydınlatmamız gerektiğini gösteriyor. Ve bu da onların hayatlarının bizim hayatımızı nasıl aydınlattığını onlara göstermemiz gerektiğini gösteriyor.

 

Ve bu da neden mutlu olmamız gerektiğini gösteriyor.

 

İşte bu yüzden mutluluk her şartta yerine getirilmesi gereken bir görev. Eğer onun bir görev olduğunu anlayamazsak sevdiklerimizin mutluluğu için sorumluluk duymak yerine sürekli almak ve elde etmek arzusunun o şekilsiz ve güçlü akıntısına kapılıp kendimizle birlikte yanımızdaki herkesi de o akışa sürükler ve mutsuz oluruz. Kendi başımıza ne yaptığımız bizi ilgilendirir ama ya bizimle mutlu olan, yanlarında olmamıza ihtiyaç duyan ve zor zamanlarında bizden güç alan insanlar, onlar ne olacak?

 

Bunları kendime yazıyorum. Çünkü kendi aklımın yalnızca kendime yettiğini biliyorum.

 

 

 

 

 

 

Hiç yorum yok: