28 Ağustos 2018 Salı

Daldaki Muz Ve Yaratılan Anlam



Ya Da Kötülüğün Anatomisi

Gerçek  herkes için değildir yalnızca onu arayanlar içindir.
Ne zamandır yazmağa çekiniyordum. Çünkü artık yazmak ya da düşünmek yok edici bir kitlenin   vahşetine uğramak tehlikesini  taşıyor.


Kötülük o kadar yaygın  ve kanıksanm
ış ki sadece bizi değil sevdiklerimizi de bir çırpıda yok edebilecek kadar fütursuzca egemen.

Son zamanlarda Türk   adından duyulan nefret  toplumu öyle esir aldı ki artık  Türk adının “anlamsızlığına” inanmak neredeyse “insanlığın bir gereği” sayılmağa başlandı.

Türk adı gerçekten anlamsız mı?

Türk adının anlamsızlığını tartışanlar, ellerine geçen  her araç ve bulabildikleri her yolla Türk adını savunanlara saldırmakta beis görmüyor.

Yok etmeğe çalıştıkları şey bir “anlam”. Bir anlamın ne gibi bir önemi olabilir?

İnsan dünyayı  “algılayarak” yaşamaz, ancak ve yalnız “anlayarak” yaşayabilir.

Dünyayı salt algılarla yaşayanlar sadece hayvanlar ve bitkilerdir.

İnsan, dünyayı anlamlandırmaksızın hayatta kalamaz. İnsan bütün algılarına bir “anlam” yükleyerek ve o algıları “dile” dönüştürerek var olabilen tek canlıdır. 

Bu yüzdendir ki “iyilik”, “güzellik” ve arzuya şayan her şey, aslında “iyilik”, “güzellik” gibi anlamların oluşturulmuş olmasından dolayı vardır.  Bu kavramların diğer canlılar için var olup olmadıklarını bilemiyoruz ama bizim için bunlar “oluşturulmuş” ya da yaratılmış şeylerdir.

Hayvanlar doğrudan algılar ve algıları arasındaki en basit “mekanik” ilişkiye göre hayatta kalırlar. Oysa insanlar algılarına yükledikleri anlamlardan dolayı  var olabilirler.,

Sorun her insan grubunun her algıyı aynı  şekilde anlamlandıramamasından kaynaklanır. 
Fakat bugün Türk toplumunu tehdit eden  asıl kötülük, “anlam üretici” Türk insanına karşı duyulan nefretin yaygınlaşmasıdır.

Genel olarak insanlar arasında  yaratmak yerine yaratılanı yağmalamak gibi bir eğilim mevcuttur ve bu güne kadar insan yığınlarının arasında yaratıcı zekâların genellikle itilip kakılmalarına rağmen ancak ve yalnız onların yarattıklarıyla hayatta kalabildiğimiz bir gerçektir.

İnsan yığınlarının yaygın eğilimi yaratıcı zekâların meydana getirdikleri anlamları, “doğanın bir armağanıymış” gibi kabul ederek yağmalamaktır ki “kötülük”,  tam anlamıyla budur.

İnsan yığınlarının çoğu, “anlam yaratıcısı” insanların yarattıkları zevk ve neşe araçlarının nasıl meydana getirildiğiyle ilgilenmeyen “hayvansı”  kalabalıklardır. Onlar için  “güzellik” , maymun için dalında yenmeğe hazır bekleyen bir muzdan farklı değildir.

Yaratıcı zekâların  ürünleri, hayvan dünyasında ait olan doğa parçalarını, insan doğasına çekmektir. Bunu da onlara “anlam kazandırarak” yaparlar.

Bundan dolayıdır ki onlar “hayvan gerçekliğinden” ayrı bir soyutluk meydana getirerek bizi “insan” yaparlar.

Gerçeklik tartışmalarının temelindeki çelişki de budur. Gerçekliği hayvanların algılamalarına bağlı kalarak mı anlamalıyız yoksa gerçekliğin aslında bizim yaratabildiğimiz  veya ortaya koyabildiğimiz nihai bir anlam mı olduğunu kabul mu etmeliyiz?

Burada cevap ikincisidir. Çünkü artık bir hayvanın algılama şekline geri dönerek iyilik, doğruluk, adalet, güzellik vs üretebilmemiz mümkün değildir.

Bugün yaygın sorunumuz, güzellik, adalet, iyilik üreten zihinleri yok ederek bunları var eden anlam üreticileri olmaksızın  bunları  doğadan hazır  bir biçimde bulabileceğimizi sanmamızdır.

Bu durum, medeniyet üreticisi Türk Ulusu’nu yok etmek düşmanlığından,  müzik ve resim üreticisi insanların kaderlerini yarı okumuş bir takım din profesyonellerinin ellerine teslim etmeğe varıyor.

Bir kötülük arıyorsak  bu kötülük : Üretilen anlamları, daldaki muzdan ayırt edememektir.


4 yorum:

Derya Yeliz ULUTAŞ dedi ki...

Afşar Abi merhaba,

Bahsettiğin anlam üretme problemi son zamanlarda etrafımdaki insanlarda ve kendimde bireysel olarak da gözlemlediğim bir problem. Nenelerimizin dedelerimizin evindeyken, onlarla sohbet ederken kendimizi çok daha hayata bağlı, çok daha mutlu hissetmemizdeki en büyük sebep bence onların bizlerden çok daha büyük değerler üretebiliyor ve bunları etrafındaki insanlara yayabiliyor olmaları. Bizim nesilde genel olarak bir "amaan boşver"cilik, hayattan zevk almama, elde ettiği soyut veya somut hiçbir şeyden mutlu olmama hali var. Ömrün boyunca oku, meslek edin; işe girme hayalleri kur: 1 sene sonra mutsuzsun. E hani çok istiyordun? Yok, elde ettiğimiz değere anlam yüklemekte ve yüreğimizde bu anlamı yaşatmakta o kadar beceriksiziz ki. Etrafımda bir yığın insan görüyorum evliliğe adım atıp sonra her şeyi sıradanlaştırıp üstüne bir de sigaraya başlayan, mutsuz olan. Halbuki hayatını bir başkasıyla birleştirmek ne büyük bir değer.

Bunların hepsi sanıyorum önce bireysel anlam üretememe, kendi hayatında ne yaparsa yapsın mutlu olama problemiyle başlayıp daha sonra toplumsal bir arızaya dönüşüyor. Bu insani yeteği kaybettikten sonra da doyumsuz, hazımsız, vurdumduymaz, değer yaratmayan ve yaratanları da küçümseyen basit canlılar haline geliyoruz. Bu atmosfer ne yazık ki tüm yurdu etkisi altına alıyor. Çözüm olarak tüm memeleketi bir aç/kapat yapsak çözülebilir belki :)

taubars dedi ki...

İnsan denilen yaratığın vasatı budur. Bu yüzden vasatı sever. Farklı olanı, yaratıcı zekayı ancak ölüp de kendisi için bir tehlike arzetmediği zaman severler. Rahmetli büyük adamdı.

Afşar Çelik dedi ki...

İnsanın varlığının devamı, hayvanlığına veya vasatına teslim olmayan kahraman adamların, bu vasatın vahşetine direnmeleri sayesinde mümkün olmuştur.

Ne zamandır yoktun hocam.

Blogun yazarlarından olduğunu hatırlatır, değerli fikirlerinden yararlanmamız için seni her zaman bekleriz.

Yorum için sağ ol.

Sağlıcakla.

Afşar Çelik dedi ki...

Yelizciğ'im yorumunu yeni gördüm, bilsen ne kadar sevindim.

Gerçek entellektüeller, öğrendikleriyle yaşamları arasında sürekli bağ kurabilen, meraklı ve ilgili insanlardır.

Bu açıdan okumalarınla getirdiğin yorumlar blogu aydınlatıyor, eksik olma.

Dediklerin kesinlikle önemli ve doğru. Mutluluğun ancak bir bilinçli anlam olduğunu göremeden gökten düşen ve ağzımızı açtığımızda yakalayabileceğimiz bir şey olduğunu sanmak, ilkellik...

Demek ki sanalağ ne kadar gelişirse gelişsin insan gene de ilkel kalabiliyor. Bunun iradi yönü üzerinde kafa yoruyorum.

Lütfen blogu yorumsuz bırakma.

Biliyorsun yorum, blogun kanıdır.

De hadi sağlıcakla kal.