31 Ekim 2014 Cuma

SÖYLENMELER




Bir ülke ki, nerede ve nasıl yapılanır sanız yapılanın...Yaşama ; sevinç ve şevkle tutunmak için uğraşın didinin, beyninizi donatın, vicdanınızı eğitin, kendinizi eğin bükün, sorgulayın her sabah gün doğumun da umutla hayata merhaba deyin, çiçek, böcek, her canlının yaşam hakkı önünde diz çökün... Nafile !

Eğer insan olduğunuzun farkında iseniz ve bu yolda hayata dair bir tasarımınız varsa yaşadığınız ülkenin yaşam koşulları ile paralel bir ruh haliniz olmak zorunda. Üstelik hiç bir şey yapamamak gibi bir handikap içinde huzursuzluğu da yaşamak zorundasınız. Çekip gitmek bir çözümmüş gibi görünse de aidiyetlerden kopmak ve yabancı bir kültür içinde yoğrulmak kolay bir iş değil. Üstelik bir de bir kaç nesil ikinci sınıf vatandaş olmak da cabası

Dönelim memlekete ; Madenler Başbakana bağlı (yasa çıkarmışlardı ), bakanın biri diyor ki kapatılması gerekti ama aracılar vasıtası ile açılıyor tutamıyoruz...İyi mi ? Maden sahibine göre doğal felaket! Diğer bakan yok değil, sorumlular bulunacak diyor. . Nerede bulunacak ? Papua Yeni Gine'de mi?
Bir yıl önce TEMA aman su basacak kapatın madeni diye rapor veriyor, olmuyor, altı ay önce iş müfettişinden ceza ve benzer bir rapor...Yok !  Kapatmıyorlar çünkü siyasete bedava linyit gerek. Bitmedi ! Sabah körü işçi taşıyan midibüs 22 kişilik ama 46 kişi ile kara yolunda seyrediyor ve kara yoluna taşıdığı insanların yarısını gömüyor. Bunu nasıl açıklarsınız ?
Sorumlusu bulunacak diye mi? Biz ne eğitimi alıyoruz, hayattan ne anlıyoruz, nerede ne için çalışıyoruz ne üretiyoruz ne yiyoruz ne içiyoruz bu dünyaya nasıl gelip nasıl gidiyoruz nasıl bu kadar tesadüfen yaşıyoruz anlamak yine güç.

Derken ; . Üstüne şerefsizin biri, pazarda eşi ile gezinen 28 yaşında bir askeri sırtından vuruyor ve de bu olağan oluyor, devamı gelecek mesajı yayılıyor, adresler tespit ediliyor vs. Neymiş ? TC ile görüşmeler ve tavizler istenilen düzeye gelene dek bu böyle sürüp dikkat çekilecekmiş. Zaten bir kısım şehirlerde paralel devlet denetimi kurulmuş, özerklik için acil adım bekliyorlarmış.
Hukümetin en güçlü adımı ne ? Yarısı eski artistlerden kurulu akilleri sağa sola gezdirmek. Hayır artist olur da; aktivist olur, ne bileyim toplumsal bir beyanatı olur amenna...

İnsan yaşamın inceliklerini ve devinimini göremese, anlayamasa sanki daha iyi olacak. Hiç değilse gömecek kendini hayatın karamsar ve umutsuz acı tablosuna ve gününü bekleyecek. Yada umurun olmayacak kadar bihaber olacaksın... Oysa iyi yaşaya bilmek için yeterince bolluk ve güzellik varken,  umursamazlık,sorumsuzluk ve aptallık nedeni ile bu denli acı yaşanabilmesi bu denli yanlış yapılabilmesi açıklanabilir değil.

Dünyanın bu köşesinde olanları artık aptallık ile açıklayamıyorum.Bu kadarı kasıt olsa gerektir. Güç sahipleri, halka aptal olduğunu haykıra haykıra her şeyi alenen yapıyor.Bu olsa olsa kör gözüm kör parmağına aptal yerine konulmanın daniskasıdır. ( Bu arada '' daniska'', Danimarka malı demek bir zamanlar ülkemize sattıkları mallar halkımızca, pek beğenilmiş, her bir şeyden iyi anlamında dilimize yerleşmiş :)) Gel de sevme .Yok ben iflah olmam...)

17 Ekim 2014 Cuma

Cehaletimizin Prangası

Ne halk biliyor kime niye oy verdiğini ne de iktidarın ne yaptığından haberi var.

Sanalağ iletişimini resmen yasaklamak dinci iktidar için bile imkansız. Onun için twitter üzerinde "şiddeti eleştirilere" "Beş yıla kadar hapis cezası" düşünülüyormuş.

Memlekette PKK militanları CMUK'dan , herhangi bir Türk vatandaşındandaha iyiyararlanabiliyor, camnın istediği gibi şiddet uyguluyor.

Bu yetmezmiş gibi polis şiddeti degayet keyfi şekilde tepemize biniyor..

Görünen o ki şiddet tekeli, elinde silah bulunduran herkesçe rahatlıkla paylaşılıyor

Ama eleştirinin "Şiddetlisi' anlaşılan o ki suç teşkil ediyor?

Peki "Halkımızı sokağa çıkmaya çağırıyoruz!" diyenlerin şiddet histerisi ne oluyor? Bu suç değil mi?

Türkiye'de suçlar hukuka göre belirlenmiyor, hükümetin keyfine göre belirleniyor.

AKP seçmeni menfaat, kin, taassup vs.sebeplerle hükümeti destekledikçe, boynundaki pranganın daha da sıkılaştığını fark edemiyor.

Türkiye'yi boğan öldürücü cehalet işte bu!

16 Ekim 2014 Perşembe

Esbab-ı mucibesi kendinden menkul Astım Bronşiale


         Okuma gözlüklerinin üzerinden bakan gözlerinde, biraz merak bir parça da bıkkınlık vardı. Bilmiyordu işte, bilemezdi. Karşısında oturan adamın, bütün tetkikleri normal görünüyordu, alerjisi testlerinde de bir sorun yoktu, aile geçmişinde de astım yoktu ama adam astım bronşiale idi işte. İlla da bir sebep gerekmiyordu tanıya.
Usanmış ama terbiyeli bir sesle:
-Bir neden olması gerekmiyor bazen hastalık, allerjik zeminde gelişmiyor. Dedi.

      ..... Solukları düzensiz hissediliyordu, odayı ay ışığı aydınlatmıştı, kardeşinin küçük bedeni parlak saten yorgan altında hareketsiz bir yumru gibi yükseliyordu  .Belli belirsiz kıpırdadığını hissetti, yavaşça seslendi;
- Uyudun mu ? Hasan…
- Ihh ıh, uyumadım abla
- Hııı,sen bu evin hikayesini biliyor musun ?
 - Hangi hikaye ?
- Suss, dinle…
- ? !
- Çıtırtıları duyuyor musun ?
- … ? Duymuyorum.
- Sessiz ol ,bak !
- Ahh , evet duydum, uğultu gibi.
- Hişşşşt,sesiz ol!
- Korkuyorum, böyle söyleme...
- Tamam ,hadi uyu o zaman hikaye falan yok .
- Peki, korkmuyorum anlat.
- Olmaz, hemen yetiştirirsin bizimkilere.
- Söz veriyorum söylemeyeceğim, hiçbir şey.
- Bak anlatırım ama ,evin sırrını başkalarına söylersen ömür boyu sırrın sahipleri seni rahat bırakmaz, başına dert alacaksın.
- Nasıl yani ?
- Sırın bekçileri hep soluğun da bekler, nefes alıp verirken sırasını bozar,bir türlü bir düzen tutturamazsın,bir yavaş, bir hızlı bir az bir çok gibi…
- Tamam, söylemeyeceğim, hadi anlat .
- Peki; Yıllar yıllar önceydi,şu az ileride vali konağının olduğu yerde bir kabile yaşardı, erkekler avlanır, kadınlar kazan kaynatırdı, baharda keçileri koyunları arkadaki dağa götürürlerdi, her taraf yemyeşildi, aileler küçük çadırlarda yaşarlar, elbiselerini kendileri dokur, ayakkabılarını kendileri dikerdi, çocuklar buraya kadar koşar türlü oyunlar oynarlardı.
- Kızılderili miydiler?
- Hayır, tıpkı senin, benim gibiydiler.
- Sonra?
- Sonra, bir gün burada bu evin olduğu yerde büyük bir şenlik düzenlediler, Ay ışığı o gece yoktu, tıpkı bu gece gibi, çok büyük bir ateş yaktılar etrafında toplanıp yediler, içtiler, eğlendiler,çocuklar bile yorgunluktan bir köşeye kıvrılıp kaldı. sabaha karşı ateşleri de sönmüş, soğuk bir rüzgar çıkmıştı. Dörtnala gelen atların sesleri önce uğultu sonra yer sarsıntısına dönüştü. yalnız kara gözlerin ışıltısında parlayan kılıçlardan oluk oluk kan aktı, işte burada o kabile çok derinlere gömüldü. Duyduğun çıtırtılar yaktıkları ateşin hala arada bir alevlenmeye çalışan sesi.

- Peki,atlılar? Onlar dedelerimiz mi? 
- Hayır, değil! Bu hep tekrarlandı, toprak kat kat kabile doldu, herhalde en son gelenler dedelerimiz.
- Ben kimseyi öldürmeyeceğim abla.
- İyi edersin! Hadi uyu Hasan. Nefes aldığını düşünme...
Kimseye anlatmayacaksın söz verdin unutma! Kim bilir, belki ben anlatırım.